Pankobirlik Genel Başkanı Recep Konuk’un MÜSİAD Konya Şubesinde “Yeni Dünya Düzeninde Türkiye’nin Konumu ve Uluslararası Arenada Konya Şeker” konulu konferansta yaptığı konuşmanın tam metni.
Çok Değerli Başkanım
Kıymetli Yönetim Kurulu Üyeleri,
Çok Değerli İş Adamları;
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu aile toplantısına katılmaktan, bu aile sohbetinde yer almaktan duyduğum mutluluğu sözlerimin en başında ifade etmek istiyorum.
Hakkın ve hukukun, adaletin ve eşitliğin, barışın ve güvenin, refahın ve mutluluğun sağlandığı; tarihe ve topluma mal olmuş mahalli ve evrensel değerlerin gözetildiği, kendi içinde bütün, bölgesinde, ekonomik ve siyasi alanda etkin, dünyada saygın bir Türkiye. Bu ifadeler hepinizin de bildiği gibi MÜSİAD’ın üstlendiği misyonu tarif eden kelimeler. Bunun altına bu topraklara bağlı herkesin imza atacağından ben şahsen eminim.
Sizler çok kıymetli bir iş yapıyorsunuz, ticareti manevi değerlerle beziyorsunuz. Kökü bu topraklarda olan bir iş ve sanayi kültürünü inşa ediyorsunuz. Bu en az yaptığınız ticaret ve sanayi faaliyeti kadar kıymetlidir.
Değerli Dostlarım;
Burada ben size Çumra’dan başlayarak, Cihanbeyli, Altınekin, Seydibey, Meram kampüslerinin tek tek ve niçin yapıldığını anlatmayacağım. Bu yatırımların ilin dört bir yanına yayılarak, yan sektörleri hareketlendirerek topyekûn bir kalkınmayı hedeflediğini siz zaten biliyorsunuz.
Çumra’ya kurduğumuz ikinci şeker fabrikasının pancar kotasını ikiye katlamak için yapıldığını, etanol tesisinin, sıvı karbondioksit tesisinin, organik gübre tesisinin, buharlı küspe kurutma ile paketli küspe tesisinin yan ürünleri kıymetli ürüne dönüştürerek, yani yan ürünlerin ekonomik değerini yükselterek oluşan kaynakla tarımsal ürünü daha iyi fiyatla alabilmek için kurulduğunu da biliyorsunuz. Atık ısı ile seracılık yapmamızın, balık üretmemizin çerden, çöpten kaynak üretmek anlamına geldiğini de biliyorsunuz. Hamyağ Fabrikasını Konya çiftçisinin ekemediği ayçiçeğini, kanolayı ekebilmesi, üstelik de ülkemizin her sene ithalata akıttığı milyarlarca dolar dövizin yönünün bu topraklara dönmesi için kurulduğunu da biliyorsunuz. Seydibey dondurulmuş Parmak Patates Tesisi ile Patates Nişastası Fabrikasının pancar münavebesine patatesin dâhil olması için kurulduğunu da biliyorsunuz. Patates Nişastası Fabrikasının çiftçinin elinde patates çürürken ülkemizin patates nişastası ithalatı için her sene 45-50 milyon dolarlık ithalat ayıbına son vermek için kurulduğunu da biliyorsunuz. Damla Sulama Tesisinin üreticinin İsrail ve Yunanistan merkezli iki marka tarafından soyulmasına dur demek için kurulduğuna da şahitsiniz. 2014 yılında damla sulama borusu fiyatlarının o tesisin üretime başladığı 2007 yılındaki fiyatlardan aşağıda olduğunu da biliyorsunuz. PVC Boru ve Korige Boru Fabrikalarını niçin kurduğumuza da vakıfsınız. Tohum için niye bu kadar çabaladığımızı da biliyorsunuz. Bu ülkenin mısır üretmek için ihtiyaç duyduğu tohumun %90’ını ithal etmesine herkes gözünü kapatsa bizim kapatmayacağımızdan şüpheniz yoktur herhalde.
Ben bunları tek tek anlatmayacağım, inanınca, samimi olunca 1 fabrikadan 14 yılda 33 üretim tesisinin nasıl doğduğundan da bahsetmeyeceğim. Büyüme rakamları, cirolar, karlılık, sermaye değişiminden de bahsetmeyeceğim. 14 yıldaki 2,6 milyar dolarlık yatırımın bilançosunu tek tek sıralamayacağım. Bugün farklı bir bakış açısından bahsedeceğim. Çikolatayı, bisküviyi, keki, gofreti, şekerlemeyi, sert ve yumuşak şekeri, süt ve süt ürünlerini, et ve et ürünlerini unuttum sanmayın ben unutsam zaten unutturmazlar, unutturmuyorlar. Konya Şeker’in en çok hücum yediği alan orası bize sürekli siz pancarcısınız işiniz ne çikolatada, bisküvide, ette, sütte, termik santralde diyorlar.
Bunu sadece bize demiyorlar. Size de dediler. Bir dönem sizin sermayenize renk biçtiler. Markalarınıza karşı o renk sermayenin ürünü diye almayın kampanyaları düzenlediler. Kendilerince kabul edilebilir renk sermayenin ürünleri hariç her ürünü ve her markayı itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Taşra markası dediler, merdiven altı dediler, yerel marka dediler. Azıcık kafasını kaldırana yapamadıklarını bırakmadılar, iş yaptığına pişman ettiler.
Fıkra bu ya Cezayirli bir aile Fransa’ya göç etmiş. Ailenin tek evladı Hasan’ı da bir okula kaydettirmişler. Hasan’a okuldaki ilk gününde öğretmeni adını sormuş. Hasan, cevabı üzerine;
“Biz Fransa’da Hasan adını kullanmayız. Sen de artık bir Fransız okulunda olduğuna göre bundan sonra senin adın Jean Francois” demiş.
Hasan okuldan eve dönmüş. Annesi sormuş çocuğa, söyle bakalım Hasan okuldaki ilk günün nasıl geçti diye.
Hasan annesini tersleyerek biz Fransa’da yaşıyoruz ve benim adım Jean Francois demiş.
Annesi ne diller döktüyse de oğlunu ikna edememiş. Hasan’ın babası da gelmiş bu arada. O da tartışmaya dâhil olmuş. Çocuğun inadını kıramayınca Hasan’ı biraz hırpalamış anne babası.
Bir gün sonra yüzünde morluklar ve perişan vaziyette okula gelen Hasan’ın halini gören öğretmeni sormuş;
“Ne oldu benim küçük Jean Francois’ime böyle” diye.
Hasan cevap vermiş;
“Sormayın madam Fransız olduğumun ilk günü iki Arabın saldırısına uğradım.”
Maalesef siz de yaşadınız biz de yaşadık düzene ayak uydurmayıp düzene aykırı işler yapanın dışlandığı, kıyıya köşeye itildiği itilmeye çalışıldığı dönemler yaşadık. Küçük Jean Froncois olmayı içlerine sindirenlere hareket alanının açıldığı, sindirmeyenlerin ekonomik düzenin dışına itildiği dönemlerden geçtik.
Kıyıya köşeye itilmişlerin ya da kıyıda köşedekilerin varlık sebebi merkezdekilerin zahmetli gördükleri ya da kârsız gördükleri işleri yapmaktan ibaretti.
Kıyıda köşede dediklerimi ya da kıyıya köşeye itilmişleri sakın mekânsal olarak anlamayın. Anadolu’nun ekseriyeti ile birlikte İstanbul’un, İzmir’in, Ankara’nın kıyıda köşede kalmışları da buna dâhildir.
Anadolu’ya ekonomide yıllarca biçilen rol gözleme-ayran ekonomisinden ibaretti. Yani Anadolu gelip geçerken yolda gözleme ayran yenilen, tarhana, bulgur birazda yöresel ürünler yani küflü peynir, Mevlana Şekeri vesaire üretmesinde sakınca olmayan bir ekonomik sınıra hapsedilmişti. Bunun dışında büyük markaların bayiliği Anadolu girişimcisi için en üst noktaydı. Onun haricinde kıyıda köşede kalmışların bir işlevi de Anadolu’da üretileni merkez sermayeye taşıyıp, katma değerli hale geldikten sonra tekrar Anadolu’ya intikal ettirmekti. Yani besiyi Kars’tan, Karaman’dan, Konya’dan topla İzmir’e İstanbul’a, Adapazarı’na götür. İşleyip salam, sosis, sucuk olduktan sonra tekrar Kars’a, Karaman’a Konya’ya getir. Ya da fındığı Giresun’dan, Ordu’dan topla İstanbul’a hatta sınırlarımızın ötesine gönder çikolata olduktan sonra Giresun’da Ordu’da misliyle değerlenmiş olarak satılmasına aracılık et. Yıllarca sistem bu şekilde işledi. Yani kıyıdakiler köşedekiler zahmetine katlandı, rahmet hep başka yerlere yağdı.
Anadolu’ya, Anadolu köylüsüne, Anadolu sermayesine de buna da şükür iyiyiz demek kaldı ya da demek zorunda bırakıldı. Tahıl ambarı Konya’da makarna üretip üstüne bir de marka kondurman hedefe konulmak için yeterliydi. Bizim gibi çikolata üretmeye kalkarsan durumun daha da vahimdi.
Tıpkı fıkradaki gibi haklı olsan bile, hakkını istememen için zorladılar.
Köylünün biri kamyonetinin kasasına eşeğini atmış tarlasına doğru giderken dört çarpı dört bir arazi jipi son sürat gelmiş ortadan kamyonete vurmuş. Kamyonet bir yana, köylü bir yana eşek bir yana savrulmuş.
Köylü kaza sonrası yaşadığı iş kaybı ve tedavi masrafları için tazminat isteğiyle davacı olmuş, gel zaman git zaman mahkeme günü gelmiş.
Hâkim köylüye anlat bakalım kaza nasıl oldu demiş.
Köylü başlamış “hâkim bey ben kamyonetimle aheste aheste tarlaya doğru gidiyordum ki” diye söze başlar başlamaz davalının avukatı söze girmiş, “efendim detayları bıraksın kazadan sonra ben iyiyim, bir şeyim yok dedi mi demedi mi ona cevap versin.”
Köylü “ama efendim” diye söze girdikçe avukat köylü iki kelam etmeden aynı şeyi tekrarlıyormuş “kazadan sonra ben iyiyim bir şeyim yok dedin mi demedin mi?” diye.
Neyse hâkim avukatı ikaz etmiş bırak anlatsın demiş.
Köylü utana sıkıla devam etmiş;
Efendim kamyonetimle tarlaya giderken bu jip yan taraftan hızla geldi.
Virajı alamadı bize çarptı. Kamyonet bir yana, eşek bir yana ben bir yana savrulduk.
Şoför önce eşeğe baktı. Tabancasını çıkarttı ve alnından vurdu. Sonra bana döndü
Eşeğin durumu iyi değildi. Acı çekmesin diye vurdum. Sen iyi misin? Diye sordu.
Yıllarca Anadolu sanayisinin, işadamının, köylüsünün durumu bu değil miydi? Yandan vurdular, buna da şükür dedirttiler.
Değerli Dostlarım;
Size çok net bir örnek vermek istiyorum. Dünyanın en kaliteli şeker pancarı Konya’da üretiliyor. 60 yıldır Konya çiftçisi pancar ekiyor. 60 yıldır da biz bu pancarı alıp işliyoruz. O pancardan ürettiğimiz şekeri de daha 6-7 yıl öncesine kadar çuvallara, kamyonlara doldurup ekseriyetini sanayiye geri kalanını da perakendeciye gönderiyorduk.
O şeker bir mamul ürünün içine girip tekrar Konya’ya geliyordu, başka başka illere hatta yurtdışına gidiyordu. Yani süreci biz başlatıyorduk, aslan payı başkalarında kalıyordu. Niçin? Çünkü o şekeri, kekin, gofretin, bisküvinin, fındık kremasının içine başkaları sokuyordu. Biz sadece kristal şekerin geliriyle iktifa ediyorduk. Bunu sadece Konya Şeker için söylemiyorum. Konya için söylüyorum. Konya’ya daha az kaynak giriyordu.
Mesela biz bugün aynı şekilde devam etseydik, yani iki şeker fabrikasının kristal şeker üretimiyle yetinip, o şekeri sıvı şeker yapmasaydık, o şekeri kekin, bisküvinin, gofretin, fındık kremasının içine katmasaydık, o şekerin melasından biyoetanol, sıvı organik gübre, sıvı karbondioksit üretmeseydik, pancar münavebesindeki patatesi dondurulmuş parmak patates haline getirip Konya dışına katma değerli mamul ürün olarak pazarlamasaydık, ayçiçeğini Konya’nın ürün desenine dâhil etmeseydik ya da Panplast’ı kurup il bazında en çok sulama ekipmanı kullanılan Konya’da sulama boruları üretmeseydik Konya Şeker’in Konya dışına ihraç ettiği tek kalem ürün kristal şekerden ibaret olacaktı.
Bizim ürettiğimiz yaklaşık 450.000 ton şekerin yine yaklaşık 40.000 tonunu Konyalı hemşehrilerimiz ve Konya sanayisi kullanacak geri kalanını il dışına satacak ve Konya ekonomisine yaklaşık 1. 000.000.000 TL civarında bir kaynak girişini sağlayabilecektik. O’nun da zaten önemli bir kısmı mamul ürün yani çikolata, gofret, bisküvi bedeli olarak, sulama borusu parası olarak yine geldiği gibi dışarıya gidecekti. Konya’da üretilen ve Konya’dan çıkış fiyatı 2,50 lira olan şekere mamul ürün içine girince 2-3 kat bedel ödememizden bahsetmiyorum bile.
Bizim bugün için toplam ciromuz 5.235.000.000 TL’dir. Bu ciro içinde şekerden başlayarak, çikolata, yoğurt, süt, peynir, salam sosis, sucuk, sulama borusu, yem, yani ürettiğimiz tüm ürünler dâhil olmak üzere il merkezi, ilçeleri, kasaba ve köyleriyle Konya içi satışımız 543.183.000 TL’dir. Ülkemizdeki diğer iller ve yurt dışına satışlarımız da yaklaşık 4.691.817.000 TL’dir.
Biz o şekeri sadece şeker olarak satmayacağımız, Konya çiftçisinin ürettiği patatesi katma değerli hale getirebileceğimiz, ayçiçeğini, mısırı işleyebileceğimiz, üstelik de bu üretim prosesi sırasında çıkan yan ürünleri ve atıkları nihai ürün haline getireceğimiz yatırımları yaptığımız için Konya’ya her yıl yaklaşık 5 milyar lira yani aşağı yukarı 2,1 milyar dolar kaynak girişine aracılık ediyoruz.
Yani İstanbul’da yapılan kahvaltıda ekmeğe sürülen fındık kreması, İzmir’de Kordon’da bankta yenilen çikolata, Ankara’da dönerin yanında içilen ayran, Bursa Uludağ’da mangalda pişen sucuk, Bağdat’ta çocukların cebine konulan gofret, Belçika’da ambalajı açılan tablet çikolata veya Antalya’da tencereye dökülen ayçiçeği yağı, meşhur alışveriş merkezlerinde hamburgerin yanında getirilen kızarmış patates için harcanan paradan Konya’ya Konyalıya pay alıyoruz. O aldığımız payı da daha çok üretip, tüketimde dönen paradan daha çok pay almamızı sağlayacak yatırımlara döndürüyor, hem tarlanın gelirini arttırıyor hem de daha çok kardeşimizin elinin ekmek tutmasını sağlıyoruz.
Değerli İşadamları, Kıymetli Dostlarım;
En başta söyledim, Konya ve Konya gibi kentlere ekonomide biçilen rol gözleme ayran ekonomisinden ibaret girişimcilik ile sanayi devlerine bayilik yapmaktan ve mamul ürünler için pazar olmaktan ibaretti. Bir yönü daha vardı Konya ve Konya gibi illerin yer altı ve yer üstü zenginliklerini büyük sanayi merkezleri için kullanılabilir hale getirmek. Hepiniz sanayinin, ticaretin iş dünyasının yıllardır içindesiniz. Bundan 10-15 sene önce bizim gibi illerdeki en büyük işadamları büyük markaların distribütörleri, bayileri değil miydi? Konya sanayisinin 10-15 sene önceki üretim yapısıyla, sanayi tesislerinin üretim portföyü ile üretim ölçeği ile bugünkü bir mi? Evet 10-15 sene öncesine göre çok şey değişti. Çok şeyi değiştirdiniz, çok şeyi değiştirdik.
Sosyal ve ekonomik göstergeler bakımından Konya İl Gelişmişlik Endeksinde Türkiye’de 26’ncı sıradaydı. Ne zamanın verilerine göre? 2003’ün verilerine göre.
Son endeksi, Kalkınma Bakanlığımız 2011 senesinin Mayıs ayında açıkladı. Bu sıralamada, Antalya, Muğla, Bolu, Edirne, Çanakkale, Sakarya ile birlikte Konya en hızlı yükselen illerden biri oldu ve 26’ncı sıradan 20’nci sıraya yükseldi.
2011 Mayıs ayından bu yana yeni bir il gelişmişlik endeksi çalışması yapılmadı ancak o günden bu yana da Konya’nın birkaç basamak daha yükseldiğini tahmin edebileceğimiz veriler var.
Mesela 2003 yılında Konya’daki her 10.000 kişiye düşen otomobil sayısı 505’miş, 2010 yılında bu rakam ikiye katlanmış ve 1014’e çıkmış. 2012’de ise 1.218’e yükselmiş. Yani 10 sene önce Konya’da her 20 kişiye bir otomobil düşerken 2010’da 10 kişiye bir otomobil rakamına ulaşılmış, 2012’de ise 8 kişiye 1 otomobil rakamını yakalamışız.
Konya’daki değişimin göstergesi olan başka rakamlar da mevcut. Bu rakamlar aynı zamanda Konya’nın insan hazinesini Konya’da tutmak açısından şehrin cazibesini de yükselten rakamlardır. Mesela 2003 yılında on bin kişiye düşen hekim sayısı 8,2 iken ve Türkiye ortalamasının altında iken, bu rakam 2007’de önce 10,1’e, 2013’te ise 17,6’ya çıkmış, Türkiye ortalamasının üzerine taşınmış. Benzer bir durum yatak sayıları için de geçerlidir. Yani Konya Konya’da yaşayanlara 10 sene öncesine göre iki kat daha etkin sağlık hizmeti sunmaya başlamış.
Nüfusunun yüzde 60’ından fazlası 35 yaş altı olan Konya’da kurulu 2’si devlet 2’si vakıf üniversitesi 4 üniversitede toplamda 110.452 öğrenci eğitim görüyor. Bu sayıya 4.140 öğretim elemanı ve 2.607 idari personeli eklerseniz Konya’daki üniversitelerin hacmi çok daha net anlaşılır. Konya’daki sadece üniversite öğrencilerinin sayısı ülkemizdeki 3 ilimizin (Tunceli, Bayburt, Ardahan) toplam nüfusundan fazla. Bunu şunun için söylüyorum, bir ilin kalkınma potansiyelini belirleyen temel unsurlardan biri sahip olduğu insan kaynağıdır. Konya bu açıdan bakıldığında ülkemizin en şanslı birkaç ilinden biridir. Hangi şartla? Bu nitelikli ve eğitimli kardeşlerimize bu topraklarda iş imkânı sunmak, onları bu topraklarda tutacak ve niteliklerini sergileyebilecek zemini hazırlamak kaydıyla. Bunu Konya yapabilmiş mi, 2003’ün illerin sosyo ekonomik gelişmişlik endeksine baktığımızda maalesef Konya’da eğitimini alan kardeşlerimizi bu topraklarda tutamadığımız açık ve net görülüyordu. Bu geçtiğimiz 10 yılda çok şey değişti. Mesela 2003 rakamlarıyla 21 yaş üstü nüfusta üniversite mezunlarının yüzdesi Konya’da 6,39. Türkiye’de 8,42, İç Anadolu’da 10,31’di. Konya Allah’a şükür Türkiye ortalamasını aştı. Son 10 yılda eğitimli nüfusunu Konya’da tutmayı biraz daha başardı, 21 yaş üstü nüfusta fakülte ve yüksekokul mezunu oranını 11,4 e çıkardı. Yani üniversite bitirip de gurbete çıkan Konyalı evlatlarımızın sayısı azaldı.
Sıraladığım bu üç gösterge bile tek başına Konya’daki değişimin göstergesidir. Nitekim bu değişim Konya ekonomisinde de olmuş.
Mesela, Konya son 10 yılda teşvik belgesi alan yatırımlar sıralamasında iller bazında ülkemizde 2010 ve 2011 yıllarında 2’nci sırada yer almış, son 10 yılda 7’nci sıranın hiç altına düşmemiş.
İstanbul Sanayi Odasının her yıl yayınladığı Türkiye’nin En Büyük Sanayi Kuruluşları sıralamasında ilk 500’de 2002 yılı verilerine göre 5 şirketi olan Konya 2013’de bu rakamı 9’a ulaştırmış, 2002 yılında ilk 1000’de 12 olan şirket sayısı 25’e çıkmış.
Konya’nın geleceği ile ilgili umutlu olmamızı gerektiren çok sayıda veri var mesela bunlardan biri Konya Sanayisinin marklaşma ve yenilik çabalarıdır. Mesela 2013 yılında Konya’dan 153 patent başvurusu yapılmış. Konya’dan daha fazla patent başvurusu yapılan il sayısı İstanbul başta olmak üzere bildiğimiz Türkiye’nin 5 büyükleri. Aynı tablo marka başvurusunda da geçerli yine en çok başvuru 5 büyük ilden ve 6’ncı sırada yine Konya var ve başvuru sayısı 2.247. Endüstriyel tasarım başvurusunda da Konya yine 382 başvuru ile 6’ncı sırada. Faydalı model başvurusunda ise 204 müracaatla bir basmak daha yukarıda. Bu rakamlar Konya sanayisinin hem yenilikçi yönünün hem de üretimde markalaşma ve farklılaşma arayışlarının işaretidir ve bana göre Konya Sanayisinin yarın bugüne göre daha hızlı ilerleyeceğinin göstergesidir.
2002 yılında sadece 291 Milyon 523 Bin $’lık dış ticaret hacmine sahip olan ve ithalatı ihracatına göre 31 Milyon 605 Bin $ fazla olan yani net ithalatçı konumunda olan Konya 2013 yılı rakamlarına göre hem bu konumunu tersine çevirmiş hem de yaptığı ithalat ve ihracatla küresel ekonomi ile daha entegre bir görünüm kazanmış.
2002’de sadece 129 Milyon 959 Bin $’lık ihracat gerçekleştiren Konya 2013 yılı rakamlarına göre 11 yılda ihracatını 10 katın üzerinde arttırma başarısını göstererek 1 Milyar 346 Milyon 482 Bin $’a çıkarmış. 2002’nin Konya’sında kişi başına ihracat rakamı 60 $’ın biraz üzerindeymiş, 2013’te bu rakam 647 $’a ulaşmış.
Kıyas olsun diye söylüyorum, 2002 yılında Türkiye’nin toplam ihracatı 36 Milyar 59 Milyon 89 Bin dolarken, 2013 yılında bu rakam 150 Milyar 802 Milyon 637 Bin dolara çıkmış. Yani Türkiye 11 yılda ihracatını 4 kattan biraz fazla arttırmış Konya 10 katın üzerinde arttırmış. Konya bu 11 yılda Türkiye’nin sergilediği ihracat performansının 2,5 katından fazla bir performans sergilemiş.
İhracattaki bu artış ihracatçı firma sayısına da yansımış ve 2002 yılında sadece 517 firma Konya’dan yurtdışına ihracat gerçekleştirirken bu rakam 2013’te 1.427’ye çıkmış.
Konya bugün dünyanın 172 ülkesine ihracat gerçekleştiren bir il haline gelmiş.
Dış ticaret Müsteşarlığının “İl İl İhracat Potansiyeli” araştırmasında Konya Orta ve İleri teknoloji Ürün İhracatında ülkemizde 9’uncu sırada. İhracattaki çeşitlilik performansı bakımından ise 104 çeşit ürün ihracatıyla İstanbul, İzmir ve Ankara’nın ardından 4’üncü sırada. Yine aynı araştırmaya göre İhracatta Nitelikli Sıçrama Yapısı bakımından 81 il arasında 4’üncü sırada.
Değerli Hemşehrilerim;
Konya düne göre daha iyi noktada mı? Şüphesiz daha iyi bir yerde. Konya ekonomisi yarın daha iyi noktada olacak mı? Onda da zaten bir şüphe yok. Konya biz Konyalıların arzu ettiği noktada mı? İşte buna evet deme şansımız yok. Diyemeyiz, dememeliyiz.
Mesela Konya’nın ihracatındaki değişim ülkemizin ihracatındaki artıştan iki buçuk kat fazla olmasına rağmen Konya halen ülkemizin kişi başına ihracatının ancak üçte biri kadar ihracat gerçekleştirebiliyor. Biz, Konya devreye girmezse Türkiye’nin dünya ticaretine damga vuramayacağını biliyoruz. O nedenle kişi başına ihracatta ülkemizde 26’ncı sırada yer alan Konya’nın en azından Türkiye ortalaması olan 1980 $’ın üstüne çıkarak Kocaeli, İstanbul, Bursa, Gaziantep, Denizli, Manisa, Sakarya, İzmir’e yaklaşması gerekir. Konya’nın bu potansiyeli var mı? Elbette var.
Bir ilin kalkınma potansiyeli ne ile ölçülür? Yerüstü ve yer altı zenginlikleri ve bunları harekete geçirecek insan kaynağı ile. Konya sadece ülkemizin değil dünyanın en önemli tarım havzalarından birine sahip. Mesela bu havzada ülkemizde üretilen toplam 22.186.681 ton buğday’ın %10,3’üne karşılık gelen 2.291.930 ton buğday üretilmiş 2013 yılında. Buğday üretiminde Türkiye birincisi olan Konya, 838.931 tonluk arpa üretimiyle ülkemiz arpa üretiminin %10’undan fazlasını tek başına gerçekleştirmekte ve yine üretimde ülkemizde ilk sıradadır. Şeker pancarında ise 4.773.791 tonluk üretimiyle ülke üretiminin 4’te birinden fazlasını gerçekleştirmektedir. Fasulye, havuç, çemen otu üretiminde yine ülkemizde ilk sırada olan Konya bundan sadece 3 sene önce 50 bin ton civarında olan ayçiçeği üretimini 300 bin tonun üzerine çıkararak Trakya’dan sonra en önemli yağlı tohumlar üretim merkezi haline gelmiş, patates ve mısır üretimini de katlayarak büyütmüştür. Neyle o ürünleri işleyecek tesislerin kurulmasıyla Ova bereketine bereket katmış, geleneksel ürün deseninde yer alan ürünlerin üretimini azaltmadan yeni ürünleri üretmeyi başarmıştır. Benzer bir gelişim şimdi hayvancılıkta yaşanmaktadır. Mesela bundan 4 sene önce Konya’nın toplam büyük baş hayvan sayısı 500 bin civarında iken 2013 yılında bu rakam 720.000’e dayanmış, küçükbaş sayısı 1,5 milyondan 2,2 milyon civarına ulaşmıştır. 3 sene önce 750 bin ton civarında sür üreten Konya’nın süt üretimi 2013 yılında 1 Milyon tona yaklaşmıştır (963.802). Bunları şunun için söylüyorum. Konya denince akla tarım, tarım denince de sadece arpa buğday gelirdi. Hepimizin Konya ile ilgili birinci ezberi tahıl ambarıdır. Şimdi Konya’nın sanayisi, sosyal hayatı, ekonomisi gibi tarımı da kabuk değiştiriyor. Konya tahıl ambarını muhafaza ediyor, ancak bunu sanayi bitkileri ile hayvancılıkla çeşitlendiriyor. Ben sizlerle rakamları paylaştım, sadece 3-4 yılda %50 civarında büyüyen bir hayvancılık sektörü var Konya’da. Bu büyümenin nedeni ise açık. Dünyanın en büyük et süt entegre tesisi Konya’da kuruldu. Konyalı üretici kendini ve üretimini güvende gördü ahırını da ağılını da büyütme gayreti içine girdi. Bu rakamlar daha da büyüyecek. Bu rakamlar büyüdükçe yeni tesisler kurulacak ve Konya’dan hem Türkiye’nin dört bir yanına hem de dünyanın her tarafına işlenmiş gıda ürünü bu topraklardan gidecek. Yani Konya tahıl ambarı olarak belki anılmaya devam edecek ancak bu ünvanının yanına gıdanın başkenti ünvanını da ekleyecek. Belki de ilerde Hayat Bilgisi kitaplarında Konya’nın karşısına Türkiye’nin gıda deposu, Gıda Havzası yazılacak.
Konya’nın tek sermayesi elbette ki bereketli topraklarından ibaret değil. Başka hangi kaynakları var Konya’nın, zengin yer altı kaynakları, yani madenleri var; Alimünyum (boksit), demir, krom, kurşun, çinko, manganez, barit, kalker, kaonen, manyezit, mermer, kömür ve termal su kaynakları. Özellikle’de kömür. Konya Karapınar’daki rezervin ekonomiye kazandırılmasıyla birlikte bir enerji havzası olmaya da aday bir il.
Başka bir ülkeye tek başına yetecek kadar turistik değere sahip. Denizi yok ancak, inanç ve kültür turizmi için en kıymetli hazinelere sahip. Selçuklunun başkenti Konya’nın Mevlana’yı tanıtmak için bir çabaya ihtiyacı mı var? Çatalhöyük insanlığın medeniyet taşlarından biri değil mi? İvriz Anıtını, İpek Yolu üzerindeki Horozlu Hanı, Sultan Hanını, Taş Medreseyi, Meke Gölünü, Akşehir, Beyşehir Göllerini saymaya gerek var mı? Konya’nın tek yapması gereken dünyanın ilgisini bu kültür iklimine çekmekten ibarettir. Mesela ülkemize her yıl 35 milyon yabancı turist gelirken Konya’nın hala bunlardan 142 binini misafir edebilmesi, üstelik de bu 35 milyon turistin çoğunluğu Konya’ya bir taş atımı mesafede olan Antalya’ya gelirken, Antalya’dan bu turistleri günü birlik de olsa “kim olursan ol yine de gel” diyen Hazreti Mevlana ile buluşturamaması düşünülemez bile. İnşallah hızlı tren hattının Antalya’ya ulaşması, Belediyemizin turizm konusunda yürüttüğü devasa projelerle Konya bu eksikliğini de kısa sürede giderecek.
Değerli Hemşehrilerim;
Geçtiğimiz hafta İstanbul Kongre Merkezinde düzenlenen İnovasyon Haftasında Sayın Başbakanımız biz işadamları ve girişimciler için yol haritasını çizdi. Sayın Davutoğlu Türkiye’nin emek yoğun ihracat yapısından teknoloji yoğun ihracat portföyüne geçmesi gerektiğini özellikle vurguladı. Sayın Başbakanımız, Türkiye’nin ihracatı içinde imalat sanayinin payının %92,6 olduğunu bunun içinde ileri teknoloji ürünlerinin payının 3,7, orta teknoloji ürünlerinin payının 31,9 olduğunu ve bu rakamları yukarı yönlü değiştirmemiz gerektiğini söyledi ve bir örnek verdi; Türkiye’den 1 Kg ihracatın karşılığı 1,5 $, Almanya’dan 3,5-4 $. Bu fark aslında her şeyi anlatıyor. Biz hacmi büyük işler yapıyoruz, gelişmiş ülkeler kıymeti büyük işler. Biz çok yoruluyoruz, onlar çok kazanıyor.
Yine Sayın Başbakanımız bazı çelişkilere dikkat çekti. Mesela GSYİH rakamlarına göre ülkemizin dünyada 17’nci sırada, rekabetçilikte 44’üncü, inovasyonda 54’üncü sırada olduğunu belirterek 2023 hedeflerine ulaşmak için bu alanlarda mutlaka sıçrama yapmamız gerektiğini söyledi.
Türkiye 2023 vizyonu ile bir hedef belirledi ve o hedefe de sağlam adımlarla ilerliyor. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında hem demokrasisiyle, hem ekonomisiyle gücüne güç itibarına itibar katmış bir Türkiye için somut hedeflerimiz var. Mesela 9 yıl sonra dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında olmak, ihracatımızı 500 milyar doların üzerine çıkarmak hedeflerimizden bazıları ve Allah’a şükür bu hedeflere doğru da sağlam adımlarla ilerliyoruz. Tarım sektörümüz için de 2023 vizyonu çerçevesinde hedefler belirlendi. Mesela 60 milyar dolarlık tarımsal üretimimizi 150.000 milyar doların üzerine çıkarmayı, dünyanın en büyük tarım ekonomileri arasında ilk beşte yer almayı hedefliyoruz.
Peki, bu büyüyen Türkiye’de Konya nerede yer alacak? Nasıl bir rol üstlenecek?
Değerli Hemşehrilerim;
Geleceği konuşurken ve gelecekte nerede olacağımıza dair somut hedefler belirlerken hem dünyanın seyrine hem de Türkiye’nin seyrine bakmalı, elimizdeki malzemeden ne çıkarıp avantaj elde ederiz, Türkiye’de ve dünya’da ne üretirsek bir adım öne çıkarız, iyi hesaplamalıyız.
Bugün 7 milyar 279 milyon olan dünya nüfusunun 2050 yılında yani 36 sene sonra 9 milyarı aşması bekleniyor. Bu artışta en büyük payın Çin ve Hindistan gibi gıda üretimi sınırlı ancak büyüyen ekonomilerin olacağı da başka bir tahmin. Bugünkünün yaklaşık dörtte biri fazla nüfusa sahip olacak olan dünya ekonomisi içinde stratejik öneme sahip olacak ve ülkelerin güvenliğini de etkileyecek sektörlerin ise gıda ve enerji olacağını hem uluslararası kuruluşlar hem ekonomi uzmanları, hem devlet adamları, hem de stratejistler özellikle vurguluyor.
Önümüzdeki dönemde Çin, Hindistan gibi ekonomilerle birlikte Türkiye’nin de büyümeye devam edeceği bir başka tahmin.
Geleceğin parlayan yıldızı olarak gösterilen Türkiye’nin hem büyük bir potansiyeli hem avantajları hem de geleceğe daha hızlı adımlarla ilerlemesi için yapması gerekenler var. Bunu ben söylemiyorum. Rakamlar söylüyor.
Kalkınma Bakanlığımızın yayınladığı Uluslararası Ekonomik Göstergeler Raporundaki rakamlar şöyle;
2013 itibarıyla 76 milyon 480 bin nüfusuyla Türkiye dünya nüfusunun %1,1’ine sahip. Bu nüfusuyla bugün için dünyada en çok nüfusa sahip 19’uncu ülke. Türkiye’nin Dünyanın yüz ölçümündeki payı ise %0,58.
Cari fiyatlara göre Dünyadaki toplam hasılanın %1,12’sini üreten Türkiye, Gayrisafi Yurt İçi Hâsıla sıralamasında 17’nci sırada yer alıyor. Ancak hesabı Satın Alma Paritesine Göre yaparsanız durum değişiyor ve dünyadaki toplam hasılanın %1,41’ini üreten Türkiye sıralamada 16’ncı sıraya yükseliyor.
Kişi başına gelirde 2013 rakamlarıyla 10.744 dolar ile Rusya, Polonya, Hırvatistan, Macaristan, Arjantin Meksika, Brezilya’nın hemen gerisinde 66’ncı sırada. En çok kişi başına gelir Lüksemburg’da ve 110.573 dolar. Onu, 104.665 dolarla Katar, 101.271 Dolarla Norveç izliyor. ABD’de kişi başına gelir 52.839, Almanya’da 43.952, İngiltere’de 39.048 dolar. Yani dünyanın birinci liginde yer almak için daha alacağımız epeyce mesafe var.
Dünya Ticaret hacminde ülkemizin payı %1,07 ve son 10 senede yaklaşık %50’lik istikrarlı bir artış gerçekleştirmişiz. Dünya ticaret hacminde Amerika’nın payı gittikçe azalmasına rağmen %7’nin üzerinde, 10 yılda performansını 3’e katlayan Çin’in payı %10,59. Çin’in bu yükselişi 2012 hariç Almanya’yı pek etkilememiş, en büyük kaybı ABD yaşamış onu Fransa, İngiltere, Japonya, Kanada, Hong-Kong izlemiş. Kore, Brezilya gibi ülkeler yükselen bir trend sergilemiş.
Başka neler var rakamlarda. En çok istihdam Çin’de toplam çalışan sayısı 767 Milyon. Yani bizim toplam nüfusumuzun 10 katı. Onu 472 milyon çalışanıyla Hindistan, 142,5 milyon istihdam ile ABD izliyor. 2012 yılı itibarıyla Türkiye’deki istihdam rakamı 24,82 milyon, Toplam istihdamın nüfus içindeki payı ise %33,16. Toplam istihdamda dünyada 14’üncü sıradayız, ancak işgücüne katılımda 58’inci sırada. Mesela işgücüne katılımda Katar birinci sırada ve nüfusun yaklaşık %74’ü çalışanlardan oluşuyor. Lüksemburg ikinci sırada oradaki katılım da %72,19. Çin’de bu oran %56,65, İsviçre’de %55,16, Almanya’da %50,81, Hollanda’da %50,2, İngiltere’de %46,76, ABD’de %45,33. Yani Lüksemburg’da 72 kişi çalışıp 28 kişiye bakıyor, Türkiye’de 33 kişi çalışıp 67 kişiye bakıyor. Okutuyor, doyuruyor vesaire. İlk dersimiz buradan çıkıyor. Ne yapıp edip işgücüne katılımı arttırmamız gerekiyor. Yani daha çok üretim tesisi kurmalı, daha çok üretim alanı açmalıyız.
İşgücü verimliliğinde yani bir kişinin bir saat çalışarak ürettiği katma değerde birinci sırada yine Lüksemburg var. İkinci Norveç, üçüncü Katar, dördüncü İrlanda, beşinci Fransa, altıncı ABD ve sırayla işgücü verimliliğinde 68, 67, 60, 58, 55, 55 doları aşmışlar. Türkiye işgücü verimliliğinde 42’nci sırada ve işgücü verimliliğinde ulaştığı rakam 24,25 dolar. Bu rakam Çin’de 8 dolar, Hindistan’da ise 5 doların altında. İkinci dersimizi de buradan çıkarmalıyız. İşgücü verimliliğini arttıracak hacmi değil kıymeti büyük alanlarda üretim yapmalıyız.
Küresel Rekabet edebilirlik Endeksi sıralamasında birinci sırada İsviçre var. İkinci Singapur, üçüncü Finlandiya. Onları Almanya, ABD, İsveç, Hong-Kong, Hollanda, Japonya, izliyor. İngiltere 11, Çin 29’uncu sırada, biz ise 44’üncü sıradayız. Yani rekabet gücü açısından 43 ülke bizden daha iyi durumda. Üçüncü derste bu olmalı rekabetçi yapımızı güçlendirmeliyiz.
Bunu yapabilir miyiz? Elbette yapabiliriz. Nasıl işgücüne katılımı arttırarak, çalışanların verimini arttıracak, katma değerli ürünler üretmemizi sağlayacak sektörlere ve yatırımlara yönelerek.
Bunu kim yapacak, siz yapacaksınız, biz yapacağız, tüm Türkiye’deki işadamları, sanayiciler, girişimciler yapacak. Elbette Konya’da kendi üstüne düşeni elindeki potansiyeli harekete geçirerek yapacak.
Konya bu potansiyeli harekete geçirebilir mi? Geçirmeli, geçirmemek için hiçbir mazeretimiz yok.
Konya’nın dört bir tarafı duble yollarla bunun için donatıldı. Konya’yı Ankara’ya, İstanbul’a entegre eden Hızlı Tren hatları bunun için yapıldı. Havaalanı dünya ile iç içe bir Konya için uluslararası statüye yükseltildi. Konya’nın bir olan üniversite sayısı bizim üniversitemiz ile birlikte beşe çıkarılırken amaç Konya’nın hem eğitimli insan kaynağını yükseltmek hem de bu üniversitelerin Konya sanayisi için bilgi ve teknoloji üretmesiydi. Türkiye’nin en büyük Bilim Merkezi bunun için kuruldu. KOP projesi ile Konya Ovasının daha çok üretmesi ve artan üretimle tarımsal sanayinin yükselmesi hedeflendi. Organize Sanayi Bölgelerinin, Küçük Sanayi Sitelerinin, özel sanayi sitelerinin, sanayi ihtisas bölgelerinin yegâne amacı hep bu potansiyeli harekete geçirmek değil mi? Size daha onlarca örnek sayabilirim, devam edenleri de sıralayabilirim. İşin özeti şudur, siyasetin, devletin vazifesi ne? Fiziki altyapıyı hazırlamak. Hazırlamış mı? Fazlasıyla. Başka ne yapabilir kamu. İlin cazibesini arttıracak ve nitelikli işgücünün Konya’da kalmasını sağlayacak işler yapabilir. Bunlarda da bir eksiğimiz yok. Mesela daha önce rakamları paylaştım. Konya’da hem doktor sayısı hem hastane yatak sayısı katlanarak artmış. Orta ve ilköğretimde derslik başına düşen öğrenci sayısında da öğretmen başına düşen öğrenci sayısında da Konya Türkiye ortalamasından birer öğrenci daha iyi durumda. Yani devlet vasıflı işgücünü Konya’da tutabilmek için hayat standartlarını da yuları çekecek, eğitim, sağlık, kültür alanlarına yatırım yapmış.
Yani unu, yağı, şekeri hazırlamış ve Konya sanayicisine helvayı karın demiş. Nitekim Konya’da bu uzanan eli geri çevirmemiş ve helva karmaya başlamış, şimdi helvayı tavada karıyoruz, ama ben inanıyorum ki rakamlar da onu gösteriyor bundan sonra daha da hızlanacağız ve kazanlarla helva karmaya başlayacağız.
Değerli Hemşehrilerim;
Sayın Başbakan, Konya’nın buğday ambarı, İzmir’in üzüm ve incir pazarı olmasıyla övünemeyeceğimizi, bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini söyledi. Bu cümle aslında meselinin özetidir. Tarım sektörüne farklı bir bakış açısı getirmeye çalışan Konya Şeker’in yapmaya çalıştığı tam da budur.
Eğer bir üretim zincirinin ilk halkası sizden başlıyorsa bunun son halkasına kadar sürecin içinde olursanız bunun bir anlamı var. Eğer ilk halkadan sonra sürecin dışındaysanız zahmeti sizde rahmeti başkalarındadır. Bu mesele sadece tarım sektörünün veya Konya’nın meselesi değildir. Mesele ülkemizin meselesidir.
Türkiye geçtiğimiz yıl yaklaşık 61 milyar dolarlık tarımsal ürün üretti, bunun da 15 milyar dolarlık kısmını ihraç etti. Bu ihracatın içinde ileri işlenmiş tarım ürünlerinin payı yaklaşık %10’lar civarındaydı. İleri işlenmişe güneşte kurutulmuş meyve, sebze, hatta un, elenip yıkanmış, paketlenmiş bakliyat, kabuksuz fındık gibi ürünler dâhil değil. Fındığı çikolatada kullanırsanız, unu kek yaparsanız ileri işlenmiş ürün sınıfına dâhil oluyor.
Türkiye’nin pek çok yerindeki tarımsal ürünlerin asırlık kaderi bu. Hemen hemen el değmeden yurtdışına çıkıyor, işlenip bize geri geliyor veya büyük tüketici olan ülkelere o duraklara uğrayıp, işlendikten sonra gidiyor. Bakın size çok çarpıcı bir örnek vereyim;
Dünyadaki toplam fındık ekim alanının yüzde %70’i Türkiye’de. Dünya’da üretilen fındığın da %70’ini Türkiye üretiyor. Türkiye’nin üretimi, var ve yok yılına göre 800 bin ton ile 450 bin ton arasında değişiyor. Türkiye’den sonra en büyük üretici İtalya, o İtalya’nın dünya üretimindeki payı %12 ve Türkiye’nin yaklaşık %10’u-12’si civarında üretim gerçekleştiriyor. Fındığın diğer üreticileri ABD, Azerbaycan, Gürcistan, İspanya’nın dünya üretimindeki payı %2 ile 4 arasında değişiyor. Rakamlarda görünmeyen bir diğer ancak önemli husus Türk fındığının kalitesidir. Özellikle çikolata üretiminde verimi ve kaliteyi zıplatan özellikleridir. Bu özellikler başka üretim sahalarında yok.
Türkiye ne yapıyor ürettiği fındığın yaklaşık 100 bin tonunu çerezlik, yağlık ve gıda sanayinde kendisi tüketiyor, edebildiği kadarını da ihraç ediyor. Türkiye’nin ihracatı yılbaşına yaklaşık 250 bin ton iç fındık karşılığı 500 bin ton kabuklu fındıktır. Yani tükettiğinin 5 katını ihraç ediyor. Buraya dikkat, İtalya ürettiğinin yarısını ihraç ediyor, ihraç ettiğinin iki katını ithal ediyor.
Peki, bu ihracattan Türkiye’nin geliri ne? Dünyadaki arz dengesine göre değişiyor. Mesela, Türkiye 2009 yılında 245 bin ton iç fındık ihraç etmiş bunun karşılığında, 1,18 milyar dolar döviz geliri elde etmiş. 2010’da 213 bin tona karşılık 1,34 milyar dolar, 2011’de 281 bin tona karşılık 1,78 milyar dolar, 2012’de ise 230 bin tona karşılık 1,88 milyar dolar ihracat geliri elde etmiş. Türkiye’den fındık ithal eden ilk 3 ülke Almanya, İtalya ve Fransa. Bu ülkeler Türkiye’nin toplam fındık ihracatında %60’tan fazla paya sahip. Almanya ile İtalya’nın Türkiye’den ithal ettikleri fındık karşılığı ödediği döviz yaklaşık aynı ve 350 milyon dolar civarında. Şimdi sıkı durun.
Ferrero’yu biliyorsunuzdur. Ben kısaca özetleyeyim. 1940’lı yıllarda İtalya’da sıradan yerel bir aile pastanesi. İkinci cihan harbinin bitmesiyle bir üretim tesisi kurmuşlar, şekerleme üretmek için. Sonra vites yükseltmişler. Ferrero, Nutella’nın üreticisi. Yani fındık kremasının. Şirketin Amiral ürünü çikolatalı fındık kreması. Ürünün bileşimi basit. Kakao, kakao yağı, fındık ve şeker. İtalya’da şeker var mı? Var. Fındık var mı? Ürettikleri yetmiyor. Yetmiyor ki, bizden ithal ediyor. Kakao var mı? Yok. Fındığı Türkiye’den Kakao’yu Afrika’dan, Güney Amerika’dan getiriyorlar. Kendi ürettikleri fındığın yani hadi diyelim 100 bin ton kabuklu fındığın piyasa değeri nedir? 250-300 milyon dolar. İthal ettikleriyle birlikte 600 milyon dolar olsun. Bunun muhtemel İtalya toplamı olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.
Ferrero başka ne üretiyor. Bildiğiniz yumurta şeklindeki çikolatadan yapılmış sürpriz yumurta üretiyor, çocuklara hitap eden süt dilimi ve bir kaplamalı çikolata çeşidi ile geleneksel ürünleri olan sargılı şeker üretiyor. Başka ürünleri de markaları da yok. Toplamda yaklaşık 22.000 kişiye istihdam sağlıyorlar. Ciroları sizce ne kadardır. Asıl işleri fındık ezmesi. Dünyadaki ticarete konu fındık cirosu, zorlasanız 3 milyar doları bulmuyor. Amiral gemisi çikolatalı fındık kreması olan Ferrero’nun cirosu 7,218 milyar €. Yani 9,76 milyar dolar. Bizim fındık ticaretimizin ulaştığı en yüksek rakamın 5 katından fazla.
Şimdi bize çikolatayla işiniz ne diyenlere ben ne cevap vereyim. Ya da niye cevap vereyim. O pazardan pay istiyorum. Açık açık söylememe gerek var mı? Türkiye fındığın ana üreticisi, şekerde de problemimiz yok. Kakao zaten her tarafa aynı yerden geliyor. Ben bir üretici kuruluşu olarak niye o alandan geri duracağım? Durmam. Duramam.
Bakın, bizim de iş ortağımız olan ve bildiğimiz köfte ekmeği küresel marka haline getiren bir fast food zincirinin yıllık cirosu neredeyse yaklaşık 17 milyon insanımızı barındıran tarım sektörümüzün toplam cirosunun hemen hemen yarısı kadar. Yine bizimle aynı sektörde faal olan küresel bir çikolata üreticisinin yıllık cirosu bizim tarım sektörümüzün neredeyse 1,5 katı. Yani 17 milyon insan çalışıyor çabalıyor, bir çikolata markası kadar değer üretmiyor. Niye? Ürettiğini katma değerli hale getiremediği ve markalaştıramadığı için.
Şimdi bu tabloyu nasıl değiştireceksiniz. Banada’yı üretmezseniz, Torku çikolata ile pazara girmezseniz, Torku süt ile sucuk ile salam ile katma değerli alana girmezseniz bu tablo kendiliğinden değişir mi? Değişmez.
Bize niye buralardasınız diyenler aslında buralarda olmayın, eski düzen devam etsin demek istiyor. Biz bunu biliyoruz, siz de bilin. O tablo değişecek ve dünyanın ilk beş gıda markasından biri Torku olacak. Biz buna yürekten inanıyoruz.
Bu şirketin dünyanın en büyük beş gıda şirketi arasına girmesini nam olsun, dünyaya şan olsun falan diye istemiyoruz. Bu şirketin dünyanın ilk beşine girmesi 10 binlerce çiftçinin de diğer ülkelerin çiftçilerine göre refah seviyesinde dünyanın ilk beşinde olması demektir. Yani yüzlerce ülkedeki çiftçiye göre daha çok üretmesi ve ürettiğinden daha çok kazanması demektir. Binlerce kardeşimizin elinin ekmek tutması demektir. Konya’ya daha çok kaynak girmesi demektir. Ülkemizin katma değerli alandan daha çok pay alması, ürettiğinden daha çok gelir elde etmesi demektir.
Bu başarılabilir mi? Biz 60 yıllık bir şirketiz ve bunun başarılabileceğinin ispatı bizim de şahitliğimizde geçen dünyanın 60 yıllık mazisindedir. Bugün bizim dev diye gördüğümüz birçok şirketin tarihi bizden yenidir. Mesela ilk fast-food zincirini kuran bizim de patates verdiğimiz küresel hamburger şirketinin ilk zincir restoranını açtığı yıl 1955’tir. 60 yıla ulaşmadan 32.000 restorana, 28 milyar dolar ciroya ulaşan bu şirketin öngörüsü dünyada insanlar evinin yanında çalışamayacak ve zamanları sınırlı olacak o sınırlı zamanda gıda ihtiyacını hızlı gidermek zorunda kalacaktan ibarettir.
Size onlarca örnek sıralayabilirim. Mesela hepinizin cebinde akıllı telefon var. Isırılmış elmalı olanını şimdi dünyanın en büyük 15’inci şirketi olan firma üretiyor. Yıllık cirosu yaklaşık 174 milyar dolar. Yani bunun gibi 5 şirket Türkiye ekonomisinden daha çok ciro yapıyor. Kaç yılında kurulmuş bu şirket, 1976.
Mesela dünyanın en büyük yirmi gıda şirketinden dördü bizden yıllar sonra kurulmuş. Biri Tayvan kökenli ve 1967’de, biri Singapur’da 1991’de kurulmuş. Diğer ikisi Çin’de kurulmuş. Birinin kuruluş yılı 1991, diğerinin 1958. Bu bizden sonra kurulan bahsettiğim şirketlerin sırasıyla cirosu yıllık 14,3, 44,1, 10,94 ve 7,28 milyar dolar. Mesela bizim fabrikamızın temelini attığımız yıl kâğıt üzerinde kurulan yani bizle yaşıt olan da var. Yaşıtımız bu şirket Brezilya kökenli, et, konserve üretimi yapıyormuş şimdi biyoyakıtta üretmeye başlamış cirosu yıllık 43 Milyar dolar. Dünyanın en büyük 11’inci gıda şirketi. Tüm sektörler itibarıyla da dünyada 637’nci.
Bu örnekleri şunun için verdim. Sahnede ne kadar kaldığınız değil ne icra ettiğiniz mühimdir. Yani bir şirketin asırlık olması çok fazla mana ifade etmez. Geleceği ve bugünü nasıl okuyup, fırsatları nasıl değerlendirdiği önemlidir. Biz 15 yıldır hiçbir fırsatı ıskalamadık. Hani meşhurdur ekonomistler gidişatı göstermek için grafik kullanırlar. Bizim grafiğimizde ok 15 yıldır hep yukarı yönlü ve bayağı da dik yükseliyor. İnşallah o yükselişi dünya listelerinin tepesine kadar taşıyacağız.
Değerli Dostlarım;
Uzaya ilk astronot gönderen Ruslardı, ama aya ilk ayak basan ABD’li Armstrong oldu. Şimdi soruyorum, Amerika ayı fethetmeyi hedeflemeseydi Armstrong aya ilk ayak basan insan olabilir miydi?
İnşallah biz dünyanın ilk beş gıda şirketinden biri olarak adımızı o listelere yazdıracağız. Hem gidişatımız onadır hem de bu hedefe inancımız tamdır. Çünkü ben şunu biliyorum, başarmak için hedefiniz olacak, hedefiniz yoksa zaten başarma şansınız da yoktur.
Sözlerimi Hazreti Mevlana’dan bir sözle tamamlamak istiyorum; Hazreti Mevlana “eğer yelkenleriniz yoksa rüzgâr sizi bir yere götüremez” diyor. Seneca’da diyor ki “gideceği yeri bilmeyen kaptan için hiçbir rüzgâr elverişli değildir.”
Allah’a şükür sizin de bizim de rotamız belli. Gayretimiz ortak hedefimiz ortak ve yine Allah’a şükürler olsun ki, Türkiye dünkü Türkiye değil. Dünkü Türkiye’nin kıyada köşede kalmışlarının artık onları refah limanına taşıyacak yelkenlerinin mevcut olduğunu belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.