Haberler

Paylaş

Selçuk Üniversitesi'nden Recep Konuk'a "Fahri Doktora"

16 Kasım 2009
Selçuk Üniversitesi (SÜ) tarafından Fahri Doktora ünvanı verilen Pankobirlik Genel Başkanı ve Anadolu Birlik Holding Yönetim Kurulu Başkanı Recep Konuk, düzenlenen törenle cüppe giydi

Selçuk Üniversitesi Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde düzenlenen törene Konya Valisi Aydın Nezih Doğan, Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, SÜ Rektörü Prof. Dr. Süleyman Okudan, Pankobirlik Genel Başkanı ve Anadolu Birlik Holding Yönetim Kurulu Başkanı Recep Konuk, belediye başkanları, akademisyenler, davetliler ve öğrenciler katıldı. Törende ilk olarak SÜ Dilek Sabancı Konservatuvarı öğrencileri, Türk Halk Müziği'nden çeşitli eserler seslendirdi. Recep Konuk'un biyografisinin sinevizyon eşliğinde sunumunun ardından kürsüye gelen SÜ Rektörü Prof. Dr. Süleyman Okudan, Başkan Recep Konuk'un gerek yurt içinde, gerek yurt dışında ismini gururla duyurduğunu belirterek, "Konya'mızda ve ülkemizde tarımsal üretim ve sanayi alanında büyük çalışmaları nedeniyle ismini ülke içinde ve ülke dışında duyuran ve bu isim paralelinde sanayi ve tarımsal kalkınma modeli geliştiren, çiftçilerle ve sanayicilerle güzel bir sinerji oluşturan Recep Konuk'a üniversitemiz senatosunca fahri doktora unvanı vermekten büyük onur duyuyoruz" dedi.

Rektör Okudan'ın konuşmasının ardından sahneye gelen Recep Konuk'a Rektör Okudan tarafından Fahri Doktora Diploması verildi ve cübbe giydirildi. Cübbe töreninin ardından bir konuşma yapan Başkan Recep Konuk, böyle bir törende bulunmaktan ve Fahri Doktora unvanına layık görülmesinden dolayı büyük mutluluk duyduğunu ifade ederek, "Yaptığımız işler, kazandırdığımız eserler belli. İnşallah hep birlikte daha güzel, daha iyi şeyleri ülkemize kazandıracağız. Bu hizmetleri milletimizin hak ettiğine inanıyorum. Bugün burada Türkiye'nin en büyük ve köklü üniversitelerinden birisi olan Selçuk Üniversitesi'nin bize onursal doktora payesi vermesini önemsiyorum. Çünkü Selçuk Üniversitesi Türkiye'nin en büyük üniversitelerinden. Benim için fevkalade saygın bir yeri olan Selçuk Üniversitesi'nden bana Fahri Doktora verilmesini öneren bilim adamlarımıza, Ziraat ve İşletme Fakültesi dekanlarına ve tüm üniversiteye teşekkür ediyorum" şeklinde konuştu.

Pankobirlik ve Konya Şeker A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Recep Konuk’un, Selçuk Üniversitesi Tarafından Kendisine Tevdi Edilen Ziraat ve İşletme Alanında Onursal Doktora Takdimi Münasebetiyle Düzenlenen Törende Yaptıkları Konuşma

Ülkemizin en köklü üniversitelerinden, en saygın bilim merkezlerinden birinde ve onun çok kıymetli bilim adamlarının önerisiyle onursal doktor payesi takdim töreni için, bu kürsüde olmak hem heyecanımızı arttırıyor, hem bundan sonrasında üstlendiğimiz sorumluluğu daha da önemli hale getiriyor, hem de gelecekte yapacaklarımız, yapabileceklerimiz konusunda bizi teşvik ediyor, cesaretlendiriyor.

Bizim asıl uğraş alanımız malum; tarım, yani çiftçilik, kooperatifçilik ve sanayicilik. Dikkat edeceğiniz üzere asıl iştigal konumuzu oluşturan bu alanların hepsi de sorunlarına çözüm arıyor, mesafe kat etmeye çalışıyor.

Tarım, yıllardır yapısal sorunlarının çözümünü bekliyor. Kooperatifçilik istisnaları dışında Kıta Avrupa’sı ve gelişmiş ülkelerdeki asli işlevini görecek gelişme ve örgütlenmeyi henüz ülkemizde gerçekleştiremedi. Ne ekonomik etkinlik, ne örgütlenme yapısı, ne de hukuki altyapı olarak istenen düzeye maalesef gelemedi. Ve sanayi, özellikle de tarımsal sanayi hem yapısal sorunların aşılmasını, üretimin teşvik edilmesini, rekabetçi yapımızı engelleyen unsurların ortadan kaldırılmasını, hem de bir türlü istenen seviyeye gelemeyen tarım sanayi entegrasyonunun artık sloganlardan çıkarılmasını sağlayacak somut adımların atılmasını bekliyor.

Cumhuriyet kurulduğunda nüfusumuz 12,5 milyondu ve bu nüfusun yaklaşık dörtte üçü köylüydü. Geçimini tarımdan sağlıyordu. Yani bütün ülkenin hemen hemen tek üretiminin tarımsal üretim olduğunu söyleyebiliriz o yıllar için. O yıllar geride kaldı. Artık Türkiye’nin nüfusu 70,5 milyon ve toplam üretimimiz içinde sanayi ve hizmetler sektörünün payı daha fazla, tarım sektörünün payı geriledi. Köy nüfusu da toplam nüfusumuzun yaklaşık dörtte biri. Cumhuriyetin kuruluşunda köylü milletin efendisidir yaklaşımı hakimdi. Nitekim bu yaklaşımın bir eseri olarak genç Cumhuriyetimizin ilk icraatlarından biri Aşar vergisinin kaldırılması oldu.

Yoksul Cumhuriyet Aşar Vergisini (Öşür) 1925 yılında kaldırdı. Kuruluşundan 14 ay sonra ve aşar, devlet bütçesinin %40’ını teşkil ettiği halde. 1927’de nüfusumuz 13,6 milyondu. Bu nüfusun 10 milyonu köylerde yaşıyor ve geçimini çiftçilikle sağlıyordu.

Şimdiki asker, sivil bürokratların, siyasetçilerin, hatta sanatçıların büyük çoğunluğunun bir veya iki kuşak öncesi köylüdür. İstisnaları hariç sermayedarların, girişimcilerin, sanayicilerin birkaç kuşak önceki ataları da çiftçidir.  Kültür elçisi sanatçılarımız o köylerin çocukları, karar vericilerimiz hala köylü çocukları veya torunlarıdır. Belki bu salondaki değerli akademisyenlerimizin birçoğu da eğitim hayatını pancar parasıyla, tütün parasıyla, fındık parasıyla, buğday parasıyla tamamladı. Anadolu’nun bereketli toprakları hem çocuklarını eğitti, hem insanımızın karnını doyurdu hem de kurtuluş savaşı sonrası sermayedarı, sanayicisi, tüccarı kalmamış ülkemizde sermaye birikmesine vesile oldu.

Şunu söylemek istiyorum; Türkiye’de Cumhuriyet kurulalı henüz 86 yıl oldu. O Cumhuriyetin yaşam biçimi de demografik yapısı da köylüydü. O köylüler aydın olduğu için sanatçı yetiştirdi. Bilim adamı, sanayici yetiştirdi ve sermaye de büyük oranda tarımsal üretimden birikti.

Ancak başta da söyledim, GSYİH içinde tarımın payı düştükçe itibarı ve algısı da değişmeye başladı. Tarım milli ekonominin üzerinde yükmüş gibi takdim edilmeye başlandı. İhracatımızın içinde tarım ürünlerinin payının hem oransal hem de nicel olarak azalmasına sevinildi. Bu durum sanayileşmemizin ve kalkınmamızın göstergesi olarak ifade edildi. Elbette ki ülkemizde sanayi üretimi artmalı, tarım ürünleri ihracatımız sanayi ürünü ihracatımıza göre oransal olarak daha az olmalı. Hizmetler sektörümüz de alabildiğine gelişmeli. Ancak bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum, tarımsal ürünlerde net ithalatınızla net ihracatınız arasında önceki yıllara göre denge bozulmuşsa burada bir problem vardır.

Kaldı ki, bu sektörler bir birinin rakibi değil tamamlayıcısıdır. Bizim ülkemizin sanayi sektörü de, hizmetler sektörü de tarım sektörü de gelişsin. Daha fazla hizmet, daha fazla mamül madde, daha fazla ürün üretilsin. Nitekim büyük ekonomilerin, gelişmiş ülkelerin yapılarına bakın, hem dünyanın etkin sanayi ve teknoloji ürünü ihracatçısı, hem hizmet sağlayıcısı hem de dünya tarım ürünleri piyasalarının en belirleyici, en etkin aktörleri olduklarını görürsünüz.

Bu tespitle konuşmama başlamam sakın sektörden yükselen bir bize haksızlık edildi feryadı olarak algılanmasın öyle bir şey yok. Ancak şunu belirtmem lazım ülke nüfusumuzun hala yaklaşık dörtte biri köylerde yaşıyor, tarımsal faaliyetini sürdürerek ayakta kalmaya çalışıyor, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla Rakamları, Sektör Payı, Tarımın Rekabet Gücü gibi ekonomik yaklaşımlar ve değerlendirmelerden daha önemli bir husus var, o insanlar bizim insanımız ve oralara, o insanlara insanı özne kabul eden bir bakış açısı ile el uzatmaya mecburuz. Ülkemizdeki her kesimin ve herkesin bu yaklaşımı beklemeye hakkı var. Bu yaklaşımın egemen olduğu bir sistemde şundan emin olabilirsiniz, borsa tahtası yıkıldığı zaman, yükselme döneminde o refahtan pay almayanların üstüne yıkılmaz, kur oynadığı zaman fukara daha da fukaralaşmaz, üniversiteli gençler, üniversite kazanma sevincini yaşayamadan mezun olunca ne iş yapacağım endişesine kapılmaz.

Sizlerle bazı rakamları paylaşmak istiyorum, sizinde bildiklerinizi bu kürsüden hatırlatmak istiyorum. Türkiye nereden nereye geldi ve nereye gidebilir, Dünya da ne oldu ne olabilir.

Başta söyledim biz kooperatifçiyiz. Kooperatif şirketler dünyada özel sektör ve kamu sektörü yanında üçüncü bir sektör olarak kabul edilir. 19 uncu yüzyılın ortalarında Avrupa’da boy göstermeye başlamışlardır. Türkiye’deki ilk uygulaması ise Mithat Paşa’nın kurduğu Memleket Sandıklarıdır.

Dünyada kooperatifçilik, tüketim, kredi, tarımsal üretim ve satış kooperatifleri olmak üzere üçayak üzerinde yükselmiştir. Tüketim kooperatiflerinin amacı malum ortaklarına temel tüketim kalemlerini ucuz temin etmektir. Bunu toplu alımla yapabildikleri gibi tüketim malzemelerinin üretimini bizzat kendileri üreterek de gerçekleştirebilirler. Nitekim 19 uncu yüzyılın sonlarında tüketim kooperatifleri kendi üretim tesislerini de kurmaya başlamıştır. Bizim kooperatifçiliğimizle kıyaslamanız açısından soruyorum, bir dönem ülkemizde de özellikle iş yeri kökenli tüketim kooperatifleri revaçtaydı, bunlardan üretim tesisi kuranını hatırlayanınız ya da bugün için bir kaçı dışında ayakta kalanını bileniniz var mı?

Bir diğeri kredi kooperatifleridir, üyelerine düşük faizli kredi teminini amaçlayan kooperatifler. Bunlarda 1800’lü yılların sonunda kuruldu ve çoğu Banka’ya dönüştü. Şimdi Avrupa’nın en büyük bankaları arasına giren bu kuruluşlar, hala o işlevlerini sürdürüyorlar. Konut kooperatiflerine değinmeyeceğim, bizde ilk tarımsal alım kooperatifi çay üreticilerinin 1946’da kurduğu kooperatiftir. 1951’de Adapazarı Şeker Pancarı İstihsal Kooperatifi kurulmuştur. Konya Kooperatifi’nin kuruluş yılı 1952’dir.

Yani dünyanın aldığı mesafeye baktığınızda bu alanda henüz yeniyiz. Ve alacağımız çok mesafe var. Birkaç kooperatifin dışında ürünün alım ve satımından başka işlevi yok bizim kooperatiflerimizin. Bunun anlamı şu, tarım özelinde söylüyorum, kooperatifçiliğin sadece toplu alım ve toplu satımdan kaynaklanan pazarlık gücü kullanılabiliyor, genel olarak ülkemizde. Katma değer yaratma ve ilavesi konusunda mesafe almaya ihtiyacımız var.

Kooperatifçiliğin dünyadaki işlevini gözünüzde daha iyi canlandırabilmeniz için birkaç örnek vermek istiyorum;

Uluslararası Kooperatifler Birliğine (ICA) üye 92 ülkede 800 milyondan fazla insan kooperatif ortağıdır.

Mesela İsveç’teki OK Kooperatifinin büyük bir petrol rafinerisi vardır ve ülke akaryakıt pazarının %20’sine hakimdir.

Kanada’da buğday ve tahılların %75’ini kooperatifler pazarlamaktadır.

Avrupa Birliği’nde tarımsal kooperatiflerin 30.000 civarında işletmesi vardır. Bu işletmelerde 600.000 civarında daimi statüde işçi çalışmaktadır. İş hacimleri 210 milyar €’nun üstündedir. Tarımsal girdilerin %55’ini sağlamakta, tarımsal ürünlerin de %60’ını pazarlamaktadırlar.

Dünyanın en büyük 50 bankası içindeki, Almanya’dan 2, Fransa, Hollanda ve Japonya’dan 1’er olmak üzere 5 banka kooperatif bankasıdır.

Dünyada 3 milyar kişi ekonomik yaşantısında kooperatiflerle ilintilidir. Kooperatifler global olarak yaklaşık 100 milyon kişiye istihdam sağlamaktadır. Bu rakam dünya dış ticaretinin üçte ikisini elinde tutan çok uluslu şirketlerin istihdam ettiği işçi sayısından fazladır.

ABD’de en büyük 500 firma içinde 14 kooperatif şirketi vardır.

Bu rakamları şunun için telaffuz ediyorum, Konya Şeker de yapılanlar önemlidir, ancak bu henüz ilk adımdır, bizim refahı yaymak için atacağımız daha çok adım, alacağımız daha çok mesafe var.

Türkiye’nin komplekse kapılmadan bir durum tespiti yapması ve potansiyelini harekete geçirmesi gerekiyor.

Dünya’da ekilebilir tarım arazisi miktarı FAO’nun verilerine göre yaklaşık 800 milyon hektardır. Ülkemizin ekilebilir tarım arazisi ise yaklaşık 24 milyon hektardır.

Mesela Geçenlerde Tarım Bakanımız Gen Bankasının temelini atarken açıkladı, tüm Avrupa’da 2.400 endemik bitki türü varken, ülkemizde 3.900 endemik tür var, tüm dünyada da 12.000 civarında.

Yani ülke olarak ekolojik zenginlik açısından dünyanın sayılı ülkelerinden biriyiz. Birçok bitki bu topraklarda yetişiyor veya yetiştirilebiliyor ya da yetiştirilebilir.

Örneğin bizim ülkemizde petrol yok belki ama yer altı kaynakları bakımından dünya madenciliğinde adı geçen 132 ülke arasında üretim değeri açısından 28 inci, maden çeşitliliği itibarıyla da 10 uncu sırada yer alıyoruz.

Dünyadaki bor rezervinin % 72’si bizim topraklarımızın altında, Türkiye’nin teorik altın potansiyeli 6.500 ton olarak tahmin ediliyor, bu potansiyelle dünyada ikinci sırada olduğumuz öngörülüyor, jeotermal enerji potansiyelimiz 31.500 Mega Wat Termal olarak hesaplanıyor ve bu alanda dünyada yedinci, Avrupa’da ise birinci olduğumuz düşünülüyor.

Bilinen rezervler itibarıyla, 800 bin ton kurşun, 2,3 milyon ton çinko, 113 milyon ton demir, 26 milyon ton krom, 87 milyon ton alüminyum, 3,5 milyon ton bakır, 836 milyon ton trona, 111 milyon ton manyezit rezervimiz var.

Mesela bir ülkenin turizm potansiyelini kültürel ve tarihi değerleri, güneşlenme oranı, sahil kalitesi ve uzunluğu, alternatif sağlık imkânları, doğal güzellikleri gibi öğeler etkiliyor. Bu açıdan bakıldığında da dünyada en şanslı ülkeler olarak Akdeniz ülkeleri ya da Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler kabul ediliyor. Dünyamızda deniz ve okyanus’a kıyısı olan 156 ülke var. 40 ülkenin ise sahili hiç yok. Deniz turizmi açısından bakıldığında yaklaşık 350.000 kilometrelik deniz turizmine elverişsiz kutupları içine alan sahil şeridi dahil, kıyı uzunluğu 783.605 kilometredir. Türkiye’nin sahil şeridinin neredeyse tamamı deniz turizmine uygun ve 8.333 kilometre uzunluğundadır. Sağlık turizmi açısından, mesela bizim ülkemizdeki Kaz Dağlarındaki oksijen oranı İsviçre Alplerinden sonra dünya ikincisidir. Nemrutta Güneşin Doğuşunu, Şeytan Sofrasında batışını seyrederken oluşan doğal güzelliğin alternatifi dünyada yok gibidir. Dinlerin ve medeniyetlerin kesişme noktası Anadolu’dan daha zengin bir tarihi ve kültürel mirasa sahip kara parçasından söz edilebilir mi? Azteklerden kalan miras ya da Mısır Piramitlerinden Çatalhüyük daha değersiz değildir. Pizza kulesinin tarihi anlamı ne ise Galata Kulesinin de odur. Yunanistan’daki Akropolis ile Selçuk Harabeleri, Meryem Ana Kilisesi dünya kültürel mirası açısından eş değerdedir. Mona Lisa’nın orijinali nasıl ziyaretçileri kendine çekiyorsa, Ek bir tanıtıma ihtiyacı olmayan Mevlana’nın da insanlığın manevi beslenme merkezi olması gerekmez mi?

Şunu söylemek istiyorum, bir ülkenin zenginlik potansiyeli ne ile ölçülür işte bunlarla; yer altı ve yer üstü zenginlikleri tarihi ve kültürel değerleri ve üretim potansiyeli.

Başka; insan varlığı, jeopolitik konumu. Bizim bu konuda da bir sorunumuz yok. Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke ve hem Avrupa’lı hem Asyalı yani hem batılı, hem doğulu, iki kıtanın birleşme noktasında. Tarihi ticaret yollarının geçiş güzergahı. Ve en önemlisi enerji yollarının tek geçiş noktası. İnsan kaynağında da problem yok, genç, eğitimli ve dinamik bir nüfusa sahip. Her yıl yaklaşık 400.000 genci üniversite mezunu olarak hayata atılıyor. Çalışkan ve nitelikli bir işgücüne sahip bizim ülkemiz. Cumhuriyetin yüzüncü yılında yani 2023’te iş gücümüzün yarıdan fazlasının genç nüfustan oluşması bekleniyor. Ve ülkemizin bir hedefi var, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100 üncü yılında gelişmiş ilk on ekonomiden biri olmak. Başarabilir miyiz? Evet, başarabiliriz.

Ancak mevcudu ve mevcuttaki zaaflarımızı bilmek ve gidermek kaydıyla.

İsterseniz hep birlikte bakalım durum ne?

Dünyadaki işlenebilir tarım arazilerinin yaklaşık % 3’üne sahip olan, endemik türler itibarıyla da, tarımsal üretim için elverişli iklim yapısıyla da Avrupa’nın birkaç adım önünde olan ülkemiz tarımsal üretimde ne durumda?

2007 yılı itibarıyla 853 milyar 636 milyon TL’lik Gayri Safi Milli Hasıla Gerçekleşmiş Ülkemizde. Bunun içinde tarım sektörünün payı 64 milyar 278 milyon TL. yani %10’dan az.

2009 Eylül ayında açıklanan istihdam rakamlarına göre toplam çalışan içinde tarımda istihdam edilenlerin oranı %26,9’dur. Bu rakam sanayi de % 18,9’dur. İstihdam edilen toplam işgücü ise 22.213.000 kişidir. Yani kaba bir hesapla aile işletmelerinde çalışan hane halkını ve ücretsiz işçiliği saymazsak yaklaşık 6.000.000 insanımız yaz kış çalışıp 64 milyar 278 milyon TL pay alabiliyor Gayri safi Yurt İçi Hasıladan.

Mesela Türkiye’nin en büyük Holdingi 74.000 çalışanla Milli Gelirimizin %9’una eş değerde 44 milyar 167 milyon dolarlık kombine ciro yapıyor yıllık.

Merak edenleriniz bakabilir TÜİK’in internet sayfalarında var. Ekolojik zenginliği ve tarım arazisi varlığı imrenilecek düzeyde olan ülkemiz bakın neler ithal etmiş 2008 yılında;41 milyon dolarlık canlı hayvan ithal etmişiz. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz 119 milyon dolarlık balık, yumuşakça ithal etmiş, 127 milyon dolarlık kaynağımızı süt, süt mamülleri, kuş ve kümes hayvanı ithalatı için ayırmışız. Canlı bitki ve çiçeğe 57 milyon dolar, sebze ve yumrulu bitkilere 400 milyon, meyve ve kabuklu yemişlere 319 milyon dolar ithalat bedeli ödemişiz. Hububat ithalatına 2 milyar 137 milyon dolar, yağlı tohum ve sanayi bitkilerine 1 milyar 465 milyon dolar, hayvansal ve bitkisel yağlara 1 milyar 657 milyon dolar, şeker ve şeker mamüllerine 87 milyon dolar, un ve nişastaya 151 milyon dolar harcamışız. Kota nedeniyle üretimini sınırladığımız tütün ve tütün yerine geçen ürünlere tam 391 milyon 694 bin dolar kaynak aktarmışız. Çukurova’da, Ege’de, GAP Bölgesinde dünyanın en kaliteli pamuğunu üretme imkânımız varken, pamuk ve pamuk ipliği için ödediğimiz ithalat bedeli 2 milyar 332 milyon dolar. Sıkı durun, gıda sanayi kalıntı ve döküntüleri ithalatımızın bedeli 773 milyon dolar.

Bu listeyi uzatabilirim, odundan, mantara, deriden, halıya, sirkeden tuza kadar ancak vaktinizi almak istemiyorum, anlatmak istediğimi anlamışsınızdır. Elbette ki katma değer yaratmadaki eksikliği mahfuz tutarak söylüyorum, sektörün ancak bir holdingle eşdeğerde GSYİH’den pay almasının nedeni umarım anlaşılmıştır.

Devam edelim rakamlara, Konya’nın yüzölçümü 40.814 Km2 Göller Hariç 38.873 Km2 ve bunun %55’i yani yaklaşık 22.448 Km2 Tarım arazisi.

Hollanda’nın Yüzölçümü 41.526 Km2 Göller hariç 33.883 Km2. Buraya kadar Hollanda ile Konya hemen hemen aynı değil mi?

Tarım arazisinde biz Hollanda’dan farklılaşıyoruz. Hollanda’nın göller hariç kara parçası olarak yüzölçümünün % 21,96’sı tarıma elverişli arazi. Yani Hollanda bütün tarımsal üretimini yaklaşık 7.500 Km2’lik alanda yapıyor. Konya’nın tarım arazisinin yaklaşık üçte birinde. Türkiye’nin ise 30’da birinde.

16,2 milyon nüfuslu Hollanda’nın tarımda istihdam ettiği işgücü sayısı 600.000, bizimkini söylemiştim, aile işçiliği hariç 6 milyon. Yani Hollanda’nın 10 katı.

Peki bu Konya kadar ülke tarım da ne yapıyor. Geçenlerde Deniz Gökçe yazdı, 2006 yılında toplam 281 milyar dolarlık ihracat yaptı. Bu ihracatın yaklaşık 60 milyar dolarlık kısmı da tarımsal üründen oluşuyor. ABD ile Hollanda’nın tarımsal ürün ihracatı birbirine yakın ancak Hollanda Dünya birincisi, onları Fransa takip ediyor 46 milyar dolarlık ihracatla.

Bir örnek daha vermek istiyorum, İsrail’in yüzölçümü 27.800 Km2. Topraklarının çoğu tarıma elverişsiz. O İsrail, 1 milyar doların üzerinde yaş meyve ve sebze ihraç ediyor. Sattığı tohumu saymıyorum. Bizim toplam tarım ürünü ihracatımız ise yaklaşık beş milyar dolar civarında.

Tekrar Hollanda örneğine dönmek istiyorum. Dikkat buyurun sadece tarım ürünü ihracatı bizim toplam üretim değerimizden fazla. İç tüketimi de dahil değil. Ve burada oluşan geliri 600.000 çalışan paylaşıyor.

Şimdi size sormak istiyorum. Bu salonda Ziraat eğitimi alan gençler de var. İçinizde mutlaka köyden gelip de bu sıralarda oturanlar da vardır. Okulunu bitirince köye dönüp tarımla uğraşmak isteyen var mı?

Sakın yanlış anlamayın. Bu Türkiye’nin gerçeği. Bırakın Selçuk Üniversitesinin bu salonunu Köy okullarında, ilköğretim okullarında bu soruyu sorsak yaklaşık aynı cevabı alırız. Öğretmen olmak isteyen çıkar. Doktor, mühendis, memur, tamirci ama rençber olmak isteyen yok.

Neden, çünkü şehirdeki sosyal hayatı oralara taşıyamadık. Oralarda buradaki imkânlar yok. Kimse gördüğünden geri düşmek istemiyor. Herkes haklı. Ancak en önemli sebep üretip, çalışıp fukaralığa mahkûm olmak.

Hollanda’daki gibi sadece 600.000 kişi yaklaşık 100 milyar doları paylaşmıyor bizim ülkemizde.

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul,

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul,

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa.

Necip Fazıl’ın bu dizelerindeki gibi bir paylaşım var bizim ülkemizde.

Onun içinde tarım o kadar işsizliğe rağmen alternatif bir istihdam alanı değil gençlerimiz için. Bayram ziyareti, eş dost, akraba ziyareti ve kabir ziyareti için gidilebilecek yerler.

Sevgili Gençler;

Köylerimiz yaşlanıyor. Sektör sürekli beyin göçü veriyor. Nitelikli, eğitimli nüfus tarımdan kopuyor.

Bizim Konya Şeker’de yapmaya çalıştığımız bunu tersine çevirme gayretidir. Sizin tercihlerinizin arasına tarım sektörünü de dahil ederek alanınızı genişletme çabasıdır.

Bunları bir eleştiri olarak söylemiyorum, biz bize durum tespiti yapıyoruz.

Yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi saydık. 2008 ihracat rakamımız 132 milyar dolar, ithalatımız 202 milyar dolar. Dünya Ticaretinde ülkemizin payı ihracatta %0,82, ithalatta %1,23. Bu rakamları ben vermiyorum, Maliye Bakanlığının 2010 Yılı Bütçe sunuşunda var.

Mesela bizim 2010 yılı bütçemizin gelir tahmini, 236 milyar 794 milyon TL’dir. 2008 Gayri Safi Yurt İçi Hasıla Gerçekleşmesi ise 950 milyar 98 milyon TL’dir.

Örneğin dünyanın en büyük perakendecisi Wall Mart’ın 2007 cirosu 405 milyar 607 milyon dolardır. Yani bizim 2010 bütçe gelirimizin iki katından fazla ciroyu bir şirket tek başına yapabiliyor. Sadece dünyanın her tarafında bakkal işleterek.

Mesela Shell’in 2007 cirosu 458 milyar 361 milyon dolar, Exxon Mobil’in 372 milyar 824 milyon dolardır.

Bu üç şirketin toplam cirosu 70 milyon nüfuslu ülkemizin ürettiği Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın yaklaşık iki katıdır.Yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip olduğumuzu bilmek önemlidir, ancak bu refaha ve üretime dönüşürse bir anlam ifade eder. Bir kere bu tespiti yapmamız lazım. O potansiyel varken bir perakendeci ile ancak yarışıyorsanız burada bir problem var demektir.Yine Turizm Bakanlığı’nın internet sitesinde var. Kıyı Turizmi, kültür ve doğa turizmi, inanç turizmi açısından son derece büyük potansiyeli olan ülkemiz 2007 yılında dünyada oluşan toplam 856 milyar dolarlık turizm gelirinden 18,5 milyar dolar pay alabilmiştir.

Mesela bizimle hemen hemen aynı konsepti sunan İspanya’nın sahil uzunluğu 4.964 kilometre, kültürel ve tarihi mirası bizimle kıyaslanamayacak kadar sınırlıdır ancak 57,8 milyar dolar pay almıştır. Bizim gibi Akdeniz Ülkesi olan Fransa’nın sahil uzunluğu 3.427 kilometre aldığı pay 54,2 milyar dolar, İtalya’nın sahil uzunluğu 7.600 kilometre aldığı pay 42,7 milyar dolardır.

Kıymetli Gençler;

Sakın ortaya konan bu tablo sizi karamsarlığa sevk etmesin, bunları sizleri endişelendirmek için paylaşmıyorum. Siz okulunuzu düşünün. Kendinizi iyi yetiştirin, bu tablo karşısında endişelenecek olan, yapılacakları yapmaya çalışacak olan bizleriz. Bizim görevimiz sizler için yeteneklerinizi ve bilginizi ortaya koyacağınız ve bu niteliklerinizi, vasıflarınızı ülkenin istifadesine kullanacağınız ortamı hazırlamak.

Bizim bu tablodan umut ışığı çıkaracak bir mazimiz var. Mesela 15 inci yüzyılda icad edilen matbaa bize 18 inci yüzyılda sanayi devriminin gerçekleşmesiyle neredeyse eş zamanlı ulaşmış. Ancak bugün için teknolojik yenilikleri kullanmada ve onlara ulaşmada dünya ile paralel adımlar atabiliyoruz.

Örneğin 1950’li yılların başında Fransa, Almanya, İtalya ve Üç Benelüks ülkesi bugünkü Avrupa Birliğinin temelini oluşturan Kömür Çelik Birliğini kurarak ülkeler arası ekonomik entegrasyonu sağlamanın adımını atarken, biz 1950’li yılların ortasında henüz köy yollarını açarak tarladaki ürünü ticari olarak pazara çıkarma gayretindeydik.

Şimdi aldığımız mesafe ortada ve 2023 için dünyanın en gelişmiş 10 ekonomisinden biri olma hedefimizi gerçekleştirebilecek bir potansiyele sahibiz.

Mesela Cumhuriyet Kurulduğunda devraldığımız Yüksek Öğretim Kurumu Sayısı bir elin parmakları kadardı. Bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız ve Marmara Üniversitelerinin nüvesini oluşturan bu eğitim kurumlarının tamamı İstanbul’da idi.

Bugün 81 ilimize yayılmış bir yükseköğretim sistemine sahibiz. Toplamda 139 devlet ve vakıf üniversitemiz var. Yaşı 40 ve üzeri olanlar bilir 1980’li yılların sonunda dahi asker ocağında Ali Okullarından evlatlarını okuryazar olarak terhis etmeye çalışan bir ülke olan Türkiye bugün yaklaşık 1.400.000 evladına üniversite eğitimi veriyor.

Cumhuriyetimizin kuruluşundaki nüfusumuzdan 1 milyon fazla evladına yani 13,5 milyon evladına ilk ve orta öğretimde eğitim imkânı sağlıyor.

Müthiş bir bilim yurdu olma yolunda önemli mesafeler kat ettik. 12.551 profesörümüz çocuklarımızın eğitimi için çaba sarf ediyor, 5.912 Doçent, 15.377 Yardımcı Doçent Akademik gücümüzü perçinliyor. Araştırma görevlileri ve okutmanları da dahil ettiğimizde sadece yükseköğretimdeki 85.841 kişi ilim ve irfan yolculuğumuzda gençlerimize rehberlik ediyor.

1923’ün Türkiye’sinin ender iktisatçılarından biriydi rahmetli Celal Bayar. 1919’da Ege’de istiklal harbi için Galip Hoca kimliğiyle yerel çeteleri organize etmeye çıktığında bir Alman Bankasında stajyer memurluktan ibaretti tecrübesi. O Bayar, 1923 İzmir İktisat kongresini organize etti. O Bayar Atatürk’ten aldığı talimatla ve kıt sermaye ile İş Bankasını Kurdu. Genel Müdürlüğünü yaptı, dev sanayi tesislerinin kurulmasına ön ayak oldu. O Bayar, İktisat Vekilliği, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yaptı. Şimdi dünyanın dev şirketlerine yönetici yetiştiriyoruz.

1923 İzmir İktisat Kongresinde alınan Şeker fabrikası kurulması kararını hayata Rahmetli Nuri Şeker Abimiz geçirdi. Yurt dışına çıktığına dair, yurt dışında şeker sanayini incelediğine dair hiçbir bilgimizin olmadığı Nuri Şeker, Uşak’ta bir şeker fabrikası kurmak üzere köylerden yumurta toplayarak sermaye biriktirmek üzere yollara düştüğünde 70’li yaşlarındaydı.

Ve o yıllarda ülkemizin tek üretim kaynağı tarımsal üretimdi, sanayimiz birkaç kayıkhane ve iptidai dokuma tezgâhından ibaretti. Bu alınan mesafe bizim daha iyi bir gelecek kurabileceğimizin ispatı ve müthiş bir tecrübe sürecidir.

Nuri Şeker’in ve onun gibi nicelerinin insanı özne olarak kabul eden yaklaşımı bizim ilham kaynağımızdır.

İhtiyacımız olan ise akıl ve duygudur. İkisinin bir arada olduğu iktisadi yaklaşımdır.

Konya Şeker’i ve Konya Şekerde yapılanları diğerlerinden veya batıdaki örneklerinden farklılaştıran da budur.

Tarım sektörünün de ülkemizin de bu farklığın getireceği dinamizmle yeni bir atılıma ihtiyacı var.

Mesela batı akılcıdır, rasyonolisttir, pragmatiktir batının değer yargıları ve iktisadi sistemi bunun üzerine inşa olmuştur. Bizim iktisadi sistemimiz bunu doğuya, doğu toplumlarına has duygu ile gönül ile vicdani değerlerle zenginleştirebilirse kalkınma yolunda adımlarını hızlandırabilir.

Konya Şeker’den yola çıkarak örneklemek istiyorum. Mesela normal bir şirket literatüründe patates hammaddedir, onu üreten ise tedarikçi, bizim şirketimizin terminolojisinde ise biz pancara hammadde demeyiz, o bizim için üründür. Bunun neticesinde de mesela köylü tedarikçi olarak görülmez, onlar bizim için üretici ortaktır.

“Doğu Duygudur, Batı Akıldır” denir. Akılcı ya da rasyonalist, içinde vicdanı değerleri olmayan bir yaklaşımda patatesi de, buğdayı da, pancarı da hammadde, emtia olarak görürsünüz, buna gönlü, vicdanı kattığınızda bu ürün olur. Üretim sürecindeki her zorluğu, her umudu üründe görürsünüz. Üretici özne olur, sanayici de olsanız onun duygularıyla, hayalleriyle, umutlarıyla empati kurarsınız.

Dolayısıyla bizim öznemiz kar, karlılık, mal değil insandır. Bizim insanımızdır. Bizim için sanayi tesisi üretici ortakların refahını arttıracaksa, onların üretimleri için araç olacaksa inşa edilir.

Bizim sistemimizin başarısının temeli buradadır. Sistemin akıl yanında gönül birlikteliği ve vicdani sorumluluk ile bezenmiş olmasındadır. Biz tarladaki üretici ortakla aynı duyguları, hissedebilen bir şirketiz.

Başarı bizde sadece akılla tarif edilmez, erdemle de tarif edilir. Bu törenin düzenlenmesine vesile olan Konya Şeker ile ilgili başarı algısının temelinde de bu vardır.

Biz Konya Şeker’de akılcılığın yanına geniş bir kitle ile gönül birlikteliğini, onlara karşı vicdani sorumluluklarımızı ve erdemi ilave ettik, öznemize insanımızı yerleştirerek. Milyonlarca çiftçinin bir holdingten daha fazla üretmesini sağlayabilmek için. Bu sıralarda oturan siz gençlerin mezun olduğunuz da işinizin hazır olması için. Koskoca bir ülkenin, ülkemizin marketler zincirinden kat kat fazlasını üretmesi için. Var olan potansiyellerimizin bizim insanlarımızın refahını arttırması için.

Ben Recep Konuk olarak, Konya Şeker’de insanı özne kabul eden, iktisadın, sanayinin, ticaretin, kooperatifçiliğin içine bize has vicdani değerleri de katabilmişsem bunun verdiği haz her türlü dünyevi makam, itibar ve zenginlikten kıymetlidir.

Klasik libaral iktisadın temel felsefesi olan bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler yerine ben, Selçuklu’nun kuruluş felsefesini anlatan Vezir-i Azam Nizamülmülk’ün “Allah Boynuzlu Koyunun Boynuzsuz Koyuna Vurmasından Hesap Sorar, Cevabını İster” yaklaşımını tercih ederim.

Benim tercihim;

Makyavelli’nin “başarıya giden her yol mübahtır” öğüdü yerine,Şeyh Edebali’nin Damadı Osman Gaziye vasiyetidir;İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın.

Yüksek huzurlarınızda olmanın verdiği heyecanı ifade ederek, Türk tarımı ve Türk çiftçisi adına şükranlarımı sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.