Pankobirlik Genel Başkanı Recep Konuk “Yeni Hedefler İçin Yenilenmesi Gereken Sektör; Tarım”
10 Ağustos 2013
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında hem demokrasisiyle, hem ekonomisiyle gücüne güç itibarına itibar katmış bir Türkiye için somut hedeflerimiz var.
Öncelikle devletimizin çeşitli kademelerinde çok önemli görevlerde bulunan ve bulunmuş heyetinizin fiilen yürüttüğü görevler haricinde de ülke meseleleri ile ilgili kaygısının olmasının, yapabileceğinin bir fazlasını yapmaya gayret etmesinin ülkemiz ve ülke insanı açısından çok kıymetli olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli Dostlarım;
Bir ülkenin yarın bugünkünden daha müreffeh yaşaması, itibarını katlaması, dünya milletler ailesi içinde bir adım öne çıkabilmesi, etkin ve etkili olabilmesi için iki şeye mutlak surette ihtiyaç var.
Birincisi kendisinin farkında olacak, eldekileri ve eldeki imkânlarını net olarak bilecek. İkincisi de bir hedefi olacak.
Fıkra bu ya, bir İngiliz, bir Fransız ve Temel muhabbet ediyorlar. Muhabbetin konusu astronomi.
İngiliz der ki, yakında ay’a gideceğiz. Fransız da Mars’a gideceklerini söyleyince daha iddialı bir şey söyleme telaşındaki Temel hemen atılır; "Biz de güneşe gideceğiz."
Fransız ile İngiliz hemen itiraz ederler; "Öyle şey olur mu, orası çok sıcak hangi teknolojiyle nasıl gideceksiniz," diye sorarlar. Temel’de cevap hazır; "Öğle sıcağında değil herhalde akşam serinliğinde gideceğiz."
Bu fıkradaki gibi uçuk değil, ancak bizi bir adım öteye taşıyacak, hem millet olarak hem de sektörler itibarıyla geleceğe kararlılıkla yürümemizi sağlayacak somut gerçekleştirilebilir hedeflere ihtiyacımız var.
Bir örnek vermek istiyorum, Amerika’nın 35’nci Başkanı J.F. Kenedy’nin seçimlerdeki vaadi Amerika 10 sene içinde aya çıkacaktır şeklindeydi. O günkü teknoloji ve o günkü imkânlarla bu imkânsızdı. Ama somut bir hedefti. O hedef 1980’lere kadar bir evden büyük olan bilgisayarların bugün cebimize sığmasını sağlayacak ilk adımların atılmasını sağladı. Malum Uzay mekiği küçücük bir şey, uzaya çıkmak için iletişim teknolojisine ihtiyacınız var. Bir ev büyüklüğündeki bilgisayarı mekiğe yükleseniz, bırakın yükselmeyi yere çakılırsınız. Bilinen yakıtlarla da ay yolculuğunu yapmanız mümkün değil. Yeni yakıt teknoljisine ihtiyacınız var. Başka, atmosfere giriş çıkışta deforme olmayacak donanıma ihtiyacınız var. Başka, mekikle göndereceğiniz astronotların beslenmesini sağlayacak gıdalara ihtiyacınız var. O hedef, onlarca sektörü ve üniversiteyi hareketlendirdi. Konvansiyonel silahlardan, bilişim teknolojisine, otomotivden, gıdaya onlarca yeniliğe zemin hazırladı.
Hem Türkiye’nin hem tarım sektörünün geleceğe motive olmak, gelecekte daha iyi noktada olabilmek için hedeflere ihtiyacı vardı ve o hedef belirlendi.
Türkiye 2023 vizyonu ile bir hedef belirledi. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında hem demokrasisiyle, hem ekonomisiyle gücüne güç itibarına itibar katmış bir Türkiye için somut hedeflerimiz var. Mesela 11 yıl sonra dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında olmak, ihracatımızı 500 milyar doların üzerine çıkarmak hedeflerimizden bazıları ve Allah’a şükür bu hedeflere doğru da sağlam adımlarla ilerliyoruz. Tarım sektörümüz için de 2023 vizyonu çerçevesinde hedefler belirlendi. Mesela 60 milyar dolarlık tarımsal üretimimizi 150.000 milyar doların üzerine çıkarmayı, dünyanın en büyük tarım ekonomileri arasında ilk beşte yer almayı hedefliyoruz.
2023 hedeflerinin somutlaştırılması için kullanılan rakamlar var elbette, slogan cümleler de var. Ancak bu matematik hedeflerin arkasında çok daha büyük bir değişimin hesaplandığını, çok daha etkileyici bir tahayyülün olduğunu biliyoruz.
Mesela, dünyanın ilk 5 tarım ekonomisinden biri olma iddiasını ortaya attıysanız, dünyanın en büyük gıda markaları içinde sizin de bir markanızın olması gerekiyor. Mesela 500 milyar dolar ihracat hedefi koyduysanız, o ihracatı gerçekleştirecek sanayiyi hem teknolojisi hem de rekabet gücüyle inşa etmeniz gerekiyor. Mesela 2 trilyon doların üzerinde bir Gayri Safi yurt İçi Hasılaya ulaşma hedefimiz varsa ve kişi başına geliri 10 yılda iki katından fazla arttırmayı arzuluyorsak, değiştirmemiz gereken çok şey var.
O değişimi gerçekleştirebilmek için de kendimize bakmamız gerekiyor. Sadece kendimizi tanımamız da yetmiyor, dünyada yerimiz ne onu görmemiz, avantajlarımızı dezavantajlarımızı bilip ona göre önlem almamız gerekiyor. Kalkınma Bakanlığımızın 13 Şubat 2013’te yayınladığı Uluslararası Ekonomik Göstergeler Raporundaki rakamlar şöyle; 2012 itibarıyla 74 milyon 890 bin nüfusuyla Türkiye dünya nüfusunun %1,08’ine sahip. Bu nüfusuyla bugün için dünyada en çok nüfusa sahip 18’inci ülke. Türkiye’nin Dünyanın yüz ölçümündeki payı ise %0,58.
Dünyadaki toplam hasılanın %1,36’sını üreten Türkiye, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla sıralamasında ise 16’ncı sırada. Kişi başına gelirde 2012 rakamlarıyla 10.456 dolar ile Rusya, Macaristan, Arjantin ve Malezya’nın hemen gerisinde 64’üncü sırada. En çok kişi başına gelir Lüksemburg’da ve 105.719 dolar. Yani 10 Türk vatandaşının cebine giren bir Lüksemburglu’nun cebine giriyor. Onu, 100.377 dolarla Katar, 99.315 Dolarla Norveç izliyor. ABD’de kişi başına gelir 49.802, Almanya’da 41.167, İngiltere’de 38.591 dolar. Yani dünyanın birinci liginde yer almak için daha alacağımız epeyce mesafe var.
Dünya Ticaret hacminde ülkemizin payı %1,03 ve son 10 senede yaklaşık %40’lık istikrarlı bir artış gerçekleştirmişiz. Dünya ticaret hacminde Amerika’nın payı gittikçe azalmasına rağmen %10’un üzerinde, 10 yılda performansını 2,5 kat yükselten Çin’in payı %10,03. Çin’in bu yükselişi Almanya’yı hemen hemen hiç etkilememiş, en büyük kaybı ABD ile birlikte Güney Kore yaşamış onları Fransa, İngiltere, Japonya, Kanada, Hong-Kong izlemiş. Bu verilerden çıkaracağımız birinci ders eğer dünya ticaretinde yükseleceksek, Çin’in olduğu alanlara değil olmadığı alanlara yönelmek olmalı. O da gıda, enerji gibi sektörler.
Başka neler var rakamlarda. En çok istihdam Çin’de toplam çalışan sayısı 764 milyon 200 bin kişi. Yani bizim toplam nüfusumuzun 10 katından fazla. Onu 459 milyon çalışanıyla Hindistan, yaklaşık 140 milyon istihdam ile ABD izliyor. 2011 yılı itibarıyla Türkiye’deki istihdam rakamı 24 milyon 100 bin, Toplam istihdamın nüfus içindeki payı ise %32,59. Toplam istihdamda dünyada 15’inci sıradayız, ancak işgücüne katılımda 57’nci sırada. Mesela işgücüne katılımda Lüksemburg birinci sırada ve nüfusun %72’sinden fazlası çalışanlardan oluşuyor. Katar ikinci sırada oradaki katılım da %71,93. Singapur’da bu oran %62,28, İsviçre’de %59,59, Çin’de %56,72, Almanya’da %50,56, Hollanda’da %50,13, İngiltere’de %46,73, ABD’de %44,84. Yani Lüksemburg’da 72 kişi çalışıp 28 kişiye bakıyor, Türkiye’de 33 kişi çalışıp 67 kişiye bakıyor. Okutuyor, doyuruyor vesaire. İkinci derste buradan çıkıyor. Ne yapıp edip işgücüne katılımı arttırmamız gerekiyor. Yani daha çok üretim tesisi kurmalı, daha çok üretim alanı açmalıyız.
İşgücü verimliliğinde birinci sırada yine Lüksemburg var. İkinci Norveç, Üçüncü İrlanda, Dördüncü ABD ve sırayla işgücü verimliliğinde 67, 63 ve 55 doları aşmışlar. Türkiye işgücü verimliliğinde 39’uncu sırada ve işgücü verimliliğinde ulaştığı rakam 23,87 dolar. Bu rakam Çin’de 8 doların altında, Hindistan’da ise 5 doların altında.
Küresel Rekabet edebilirlik Endeksi sıralamasında birinci sırada İsviçre var. İkinci Singapur, Üçüncü Finlandiya, Dördüncü İsveç. Onları Hollanda, Almanya, ABD, İngiltere, Hong Kong ve Japonya izliyor. Fransa 21, Çin 29’uncu sırada, biz ise 43’üncü sıradayız. Yani rekabet gücü açısından 42 ülke bizden daha iyi durumda. Üçüncü derste bu olmalı rekabetçi yapımızı güçlendirmeliyiz. Bunu yapabilir miyiz? Elbette yapabiliriz. Nasıl? İşgücüne katılımı arttırarak, çalışanların verimini arttıracak, katma değerli ürünler üretmemizi sağlayacak sektörlere ve yatırımlara yönelerek. En önemlisi de bu yapıya ve yapılara destek olacak bilimsel altyapıyı oluşturarak.
Bu rakamlar kuşbakışı Türkiye özetiydi. Benzer durumlar ve rakamlar tarım sektörümüz için de geçerlidir. Türkiye 24 milyon hektarlık tarım arazisiyle arazi varlığı bakımından dünyada 13’üncü sıradadır. Sahip olduğumuz bu arazinin yaklaşık 8,5 milyon hektarı sulanabilir arazi ancak bunun henüz yaklaşık % 60’ında sulu tarım yapabiliyoruz. Yani toplam tarım arazilerimizin üçte biri sulanabilir arazi ancak bunun da tamamına sulama altyapısını henüz ulaştıramamış durumdayız. Tarım arazilerimizin her yıl yaklaşık 4 milyon hektarı ise nadasa bırakılıyor. Yani mevcut arazilerimizin de %80’inde zirai üretim gerçekleştirebiliyoruz. O arazilerin bereketinden geçimini sağlamaya çalışan 17,3 milyon insanımız Türkiye’nin dört bir tarafında köylerde, mezralarda yaşıyor. Türkiye nüfusunun yaklaşık % 23’üne tekabül eden bu nüfus, sahip olduğu 12,5 milyon büyük, 32,3 milyon küçük baş ile de hayvansal üretim gerçekleştiriyor.
Bu 17,3 milyon insanımız yıl boyu çoluk çocuk ailecek çalışarak bir yılda toplam 61,8 milyar dolarlık tarımsal hasıla üretiyor. Bunun da 40,8 milyar dolarlık kısmı bitkisel üretimden geri kalanı hayvancılık ve diğer üretim kalemlerinden oluşuyor. Kişi başına milli gelir ortalamasının 10.456 dolar olduğu ülkemizde tarım kesiminde bu rakam genel ortalamanın yaklaşık üçte biri olarak gerçekleşiyor ve 3.602 dolara düşüyor.
Arazi varlığı, tarımsal arazilerinin yapısı, iklim özellikleri ile tarımsal üretim için önemli avantajlara sahip olan ülkemiz, son 10 yılda tarım ekonomileri arasında 4 basmak ilerleyerek dünyada Çin, ABD, Hindistan, Brezilya, Japonya ve Endonezya’dan sonra 7. Sıraya yükselirken 10 yıl sonrası için hedefini dünyanın en büyük tarım ekonomileri arasında ilk beşte yer almak olarak belirledi.
Bugün için 61,8 milyar dolarlık tarımsal üretim gerçekleştiren Türkiye, 2023’te bu üretimini 150 milyar dolara, 15,3 milyar dolar olan ihracatını ise 40 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor. Bugün için 17 milyar dolar civarında olan ve sanayi için ithal edilenler hariç 11 milyar dolar civarında tarımsal ürün ithalatı yapan ülkemiz tarımsal ürün ithalatını ise olabildiğince azaltmayı amaçlıyor.
Bu mümkün mü? Mümkün. Önce üretim altyapımızı tamamlayıp, sonra da sektörü üretmeye, daha çok ve daha nitelikli üretmeye teşvik edebilirsek, ekonomimizin genel problemi olan verimlilik problemini tarım sektörümüzde de aşabilirsek bu hedeflerden daha fazlasını da gerçekleştirebiliriz. Mesela 2023 yılında sulanabilir arazilerimizin tamamını su ile buluşturma hedefi ve Mavi Tünel, GAP gibi projelerde kaydedilen ilerleme kararlılığın göstergesidir. Arazi toplulaştırmasında ulaşılan rakamlar yapısal meselelerin halli için atılan önemli adımlardır.
Ancak en az bunlar kadar önemli husus şudur, ne üreteceksiniz, nasıl üreteceksiniz ve ürettiklerinizi ne yapacaksınız? Zaten bol olanı mı üretmeye devam edeceksiniz, ihtiyaç olanı, dünyada talebi yükseleni mi üreteceksiniz? Üretip müşteri mi bekleyeceksiniz, mamul ürün haline getirip müşterisini mi bulacaksınız? Yani üreticiyi çiftçilikten dinamik bir sürecin etkin aktörü haline getirebilecek misiniz? Bizim cevap üretmemiz gereken sorular bunlar.
Üreticinin fabrikası toprak. Oraya ne ekersen onu alıyorsun. Onun için önce o araziyi bir işletme olarak göreceğiz. O işletmeden de maksimimum geliri elde edebileceğimiz üretimi planlayacağız. Mesela, biraz önce belirttim, nadasa bırakılanlar hariç bizim ülkemizdeki bitkisel üretim yaklaşık 20 milyon hektarlık bir arazide yapılıyor. Toplam bitkisel üretim hasılası ne kadar? 40,8 milyar dolar. Bir adalar ülkesi olan Japonya’nın toplam tarımsal arazisi bizimkinin beşte birinden az. Üstelik de iklimi son derece elverişsiz. Ancak o Japonya bizim beşte birimiz kadar arazide bizden fazla tarımsal hasıla elde ediyor. Yani bizim beş dekarda ürettiğimizden fazlasını 1 dekarda üretiyor. Onlar ne yapıyor da bizi beşe katlıyor bunun üzerinde düşünmemiz ve çalışmamız lazım, akıl terletmemiz lazım.
Türkiye bir hektar tarım arazisinde ortalama 2.040 dolarlık ürün üretebiliyor. Dekarda 204 dolar. Yani aşağı yukarı bir yılda, bir dekardaki bitkisel üretimin toplam değeri 350 TL. Konya kadar bir araziye sahip Hollanda denizden kazandıklarıyla birlikte yaklaşık 2 milyon hektarlık tarıma elverişli arazide 20 milyar dolarlık üretim gerçekleştiriyor. Yani hektar başına yaklaşık yılda 10.000 dolarlık hasıla elde ediyor. Dekarda 1.000 dolar. Yani dekar başına ciroda bizim üretim değerimizi 5’e katlıyor. Ürettiğini de öylece bırakmıyor. Tarımsal sanayide değerlendiriyor, kendi ürettiklerini, hatta hiç üretmediklerini dünyanın dört bir yanından, bizden, bizim üreticilerimizin tarlalarından da toplayıp kurduğu sanayi tesislerinde harmanlayıp, birkaç işlemden geçirdikten sonra, o 20 milyar dolarlık tarımsal üretimle entegre ettiği gıda sanayisinden 150 milyar dolarlık ciro elde ediyor. O cironun önemli bir kısmı da, yani oluşan katma değer de kooperatifler vasıtasıyla tarım sektöründe, yani tarlaya tohumu atanda, seraya fidanı dikende, ahırda uğraşanda kalıyor.
Çok somut bir örnek vermek istiyorum. Konya kadar toplam araziye sahip, Konya’nın tarım arazisinden daha az bir arazide bütün üretimini yapan Hollanda yaklaşık 4 milyon büyükbaşı, 1,5 milyon koyun ve keçiyi besleyip senede 11,5 milyon ton süt üretiyor. Biz Konya’da 550.000 büyük baş, 1,5 milyon küçükbaşa sahibiz ve yıllık 950 bin ton süt üretebiliyoruz. Yani büyükbaş varlığı bizden hemen hemen 7 kat fazla olan Hollanda süt üretiminde bize fark atıyor ve 11 katımızdan fazla üretiyor. Yani inek başına 1,5 kat fazla süt alıyor. Aramızdaki birinci fark da zaten burada ortaya çıkıyor. Verimlilik problemi.
Ancak başka farklar da var. Mesela ürettiğini ne yapıyor. İşliyor. Kim işliyor. Üreticinin bizatihi kendisi. Öyle bizdeki gibi küçük mandıralarla falan değil. Bir kooperatif kuruyor o kooperatif dev işletmeler inşa ediyor. Frieslancampina Hollanda’da süt üreticilerinin 1870’te kurduğu bir kooperatif daha doğrusu kuzeyde ve güneyde kurulu iki kooperatifin 1960 yılında birleşmesiyle bu ismi almış bir kooperatif. Kooperatife süt üreticisi 14.391 kişi üye. Bu kooperatif ortaklarının ürettiği sütü yüksek fiyattan alıp işliyor, mamul ürün haline getirip satıyor ve oluşan katma değerin de ortaklarına ulaşmasını sağlıyor. Kooperatifin başarısı çevre ülkelerdeki üreticileri de etkilemiş ve bu kooperatife Belçika ve Almanya’dan da ortak olan üreticiler mevcut.
Kooperatifin ürettiği süt ürünleri 100 ülkede satılıyor ve bu kooperatifin 25 ülkeye yayılmış işletmeleri ile satış ofislerinde 19.000 kişi çalışıyor. Ortaklarından yılda 4.5 milyon tondan fazla süt alıyor. Kooperatifin yıllık cirosu 13,2 milyar $, Euro olarak da 10.2 milyar €. Yani ülkemiz tarım sektörünün beşte birinden fazla. Üye başına cirosu 700 bin €’dan fazla. Üye başına net karı ise 21.000 €’nun üstünde. Üretici başına yaptığı çiğ süt ödemesi ise ortalama 117.239 €. Bu kooperatif sadece bir örnek. Hollanda’da Frieslancampina’nın işlediği 4,5 milyon ton sütten geri kalan yaklaşık 6,5 milyon ton sütü de ağırlıklı olarak yine kooperatiflere ait işletmeler işliyor. Bir fikir vermesi açısından kısaca özetliyeyim.
Mesela Finlandiya’da et üretiminin %74’ü, süt ürünleri üretiminin %96’sı üretici kooperatiflerince gerçekleştirilmektedir. Süt ürünlerinden devam edersek, bu oran Almanya’da %70, Norveç’te %99, Polonya’da %75, Slovenya’da %72, Uruguay’da %90’dır. Bu örnekleri, et ürünleri, orman ürünleri, deniz ürünleri, işlenmiş tahıl, şeker pancarı aklınıza gelen her ürün için çoğaltabiliriz. Ancak işin özü şudur, üretim zincirinin ilk halkasında yer alan üreticiler, kooperatifleşerek işin sanayi ayağında ve pazarlanmasında da yer almışlar ve oluşan katma değerin tarım sektöründe kalmasını sağlayarak, refah seviyelerinin yükselmesi için kendi çözümlerini kendileri üretmişlerdir.
Şimdi bizim ülkemizin tarım sektörünün problemleri belli. Herkes sektörün meselelerini bir eksik iki fazla sıralayabilir. İşletme büyüklüğü, sulama altyapısı, plansız üretim vesaire vesaire. Ancak enaz bunların hepsi kadar önemli olan problem, üreticinin süreçteki etkinliğinin tarla veya ahır ile sınırlı kalmasıdır. Bu problem verimliğin de, modern tarımın da, ticarileşmiş ve piyasa ile entegre tarımın da önündeki en önemli problemdir. Eğer 2023 yılında tarım sektörünün önüne koyduğumuz hedefleri kağıt üzeri hedefler olmaktan çıkarmak istiyorsak tarım sektörümüzdeki asırlık akışı değiştirmemiz gerekiyor.
Futbolda moda bir tabi vardır. Kazanan takım değiştirilmez. Ya da işleyen düzen bozulmaz. Ya düzen işlemiyorsa? O zaman ya oyuncular değişir ya sistem. Tarım sektörümüzde oyuncuları değiştirme şansımız yok. O zaman ne yapacağız? Sisteme müdahale edeceğiz ve akışı değiştireceğiz.
Bir örnek olması için soruyorum. Türkiye tarım sektöründeki hakim yapı küçük işletmeler. Bu hayvancılıkta da böyle arazi yapılanmasında da böyle. Yani üreticinin ahırında 3-5 büyükbaş ya oluyor ya olmuyor. Bu rakam çift rakamlara çıkınca ahırında diğerlerine göre 3-5 fazla ineği olan köylerde hemen ağa tabir ediliyor. Öyle çift rakam dediysek 70-80 büyük baştan bahsetmiyoruz. Kastımız 10-15 bilemediniz 20. Ahır büyüklüğü bu olmasına rağmen içinizde süt ürünlerinde, et ürünlerinde bir kooperatif markası hatırlayan var mı?
Ufak tefek birkaç yerel marka. Irak köy kalkınma kooperatifi yoğurdu. Yakın köy kalkınma kooperatifi peyniri gibi birkaç yerel marka. Onların da işletmeleri maalesef mandıradan ibaret. Yani büyük pazarlarda ürün çeşidi, kalitesi, ambalajı ve sürekliliği ile rekabet etme şansı yok. İşte sayın Genel Müdürüm belki bir markete girdiğinde memleketinden bir kooperatifin yoğurdu varsa alıyordur. Sayın başkanımız belki memleketin adı var diye tereyağını senede birkaç kez üşenmeyip yolunun üstü olmamasına rağmen hemşehrisi bir bakkaldan gidip alıyordur. Ancak bu alış veriş maalesef pazarın %3’ünü %5’ini bile teşkil etmiyor.
Mesela size garip gelmiyor mu? Hayvancılık sektöründe hâkim yapı küçük işletmeler ancak et ve süt markaları hep şahıs sermayeli şirketler. Bize garip geldi ve bu akışı değiştirmek lazım dedik ilk adımı attık. Bir üretici kooperatifi olarak etliye sütlüye karışalım dedik. 2011 yılında dünyanın en büyük Et-Süt Entegre Tesisinin temelini attık ve süt ürünleri üretim tesisimizi devreye aldık, inşallah yıl sona ermeden de Et Entegre Tesisimiz devreye girecek.
Akışı değiştirmek kolay bir iş değil, ezberleri bozmak, kalıpları yıkmak suyun yatağını değiştirmek zor iş. Bunu eminim siz benden daha iyi biliyorsunuz. Ülkemiz tarım sektöründe akışın değişmesine, suyun yatağının yenilenmesine ve akan sudan üreticinin de istifade edeceği bir paylaşımın tarifine ihtiyaç var. Biz Konya Şeker’de bunu yapmaya gayret ediyoruz. Bu değişimin hikayesi ise kamunun bize bizim olan şeker fabrikamızı geri vermesi ile başladı. 1954 yılında üretime başlayan Konya Şeker Fabrikasının kurucusu pancar üreticisi olmasına rağmen Konya Şeker’i 40 yıl devlet işletti ve bir gün biz çekiliyoruz karı da zararı da sizin dedi ve bizim hikayemiz o gün başladı. Önce bocaladık, 2000’li yıllarla birlikte de kendi sistemimizi geliştirdik.
Bir hikaye ile anlatayım;
Ava meraklı Padişaha başka bir padişah tarafından iki tane doğan hediye edilir. Padişah doğanları eğitmesi için doğancıbaşına verir ve bir ay sonra ava hazır edile der. Günler günleri kovalar ve verilen tarihin dolmasına ramak kala doğancıbaşı huzura çıkıp, doğanlardan birinin mükemmel bir şekilde uçtuğunu, eğitiminin tamamlandığını ancak diğerinin geldiği günden beri tünediği daldan kımıldamadığını söyler.Hemen şifacılar çağrılır bakarlar bir şeyi yok. ülkenin en namlı kuşçuları çağrılır onlar da çare bulamazlar. Denenen hiçbir yoldan çara bulamayan padişahın aklına dağlık bölgeleri tanıyan birinden yardım almak gelir.
Tez bana dağ köylerinden bir çiftçi buluna diye ferman buyurur. Dağ köylerinden apar topar bir çiftçi bulunur, saraya getirilir. Doğanla çiftçi baş başa bırakılır. Saray erkanı daha padişahın huzuruna varmadan doğan havada süzülmeye başlar. Padişah köylünün tez zamanda huzura getirilmesini ister. Bizim köylüyü yine apar topar alıp padişahın huzuruna çıkarırlar. Padişah sorar; "Sen ne yaptın da bu sünepe kuşu kanatlandırdın?" Boynu bükük köylü toparlanmaya çalışarak biraz da saray malına zarar verdiğim için kızdılar mı acaba korkusuyla titreyerek cevap verir; "Sadece kuşun tünediği dalı kestim."
Bizim ki de o hesap oldu. Önce yere düştük. 4-5 yıl ne olduğunu anlamaya çalıştık. 1999’da önce kendi kanatlarımızın farkına vardık. 2004’le birlikte kanatlarımızın gücünü keşfettik. O kanatları güçlendirmek için sürekli eksersiz yaptık, her yatırım bizim için bir antrenman oldu ve bugün hedefimizi daha yükseklere çıkardık ve dedik ki, Türkiye dünyanın en büyük ilk beş tarım ekonomisi içinde olacaksa Konya Şeker’in gıda markası Torku da dünyanın ilk beş gıda markasından biri olacak. Hem üretim çeşidi hem kalitesi hem üretim hacmi hem de cirosuyla. Bu hedefi realize etmek için de 1999’dan beri aralıksız proje üretiyor, her yıl bir önceki yıldan daha fazla yatırım yapıyoruz.
Hazreti Mevlana’nın çok sevdiğim bir sözü var. Diyor ki Mevlana Hazretleri; bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez. Şunu yaptık demeyi sevmiyorum, yaptıklarımızı anlatmaktan da olabildiğince imtina ediyorum. Ancak eğer Konya’daki mum başka mumları tutuşturacaksa, bir başkasının sofrasına bereket katacaksa bizim hikâyemizi, bizim tecrübelerimizi paylaşmayı da bir vazife saydığımı belirterek kısaca size üreticinin tarladaki emeğini korumak, akışı değiştirmek için nasıl bir yol haritası izlediğimizi özetlemek istiyorum.
Konya Pancar Ekicileri Kooperatifi 1950’li yılların başında Konya Ovasında buğday ve arpa dışında yeni bir ürünü yani şeker pancarını ekmek isteyen çiftçiler tarafından kurulmuş. Ve Ana sermayedar bizim kooperatifimiz olmak üzere Konya eşrafı ve Ereğli, Akşehir ve Ilgın Pancar Ekicileri Kooperatifleriyle birlikte Konya Şeker Fabrikasının kuruluş sermayesini de ortaya koymuş. Hepsini rahmet ve minnetle anıyoruz. Onlar dişinden tırnağından arttırdıklarıyla bir fabrika kurdular ve onların verdiği can suyu bugün onların torunlarına hem iş imkânı sağlıyor hem de köyünde tarlasında kalanların daha çok ürününe sahip çıkıyor, onların üretimine destek sağlıyor.
Konya Şeker’i 1990’lı yılların başına kadar kamu işletti. O dönemde Konya Şeker ne uzadı ne kısaldı. Pancarın dışında ikinci bir ürüne destek olacak tek tesis kurulamadı. Üretici sahibi olduğu fabrikayı yönetmek şöyle dursun, pancar kuyruklarında sabahladı. O ayaz gecelerde fabrika önünde sabahlayanlardan biri de benim.
1994 yılında kamu yönetimden çekildi, elindeki küçük hisseyi kooperatiflere sattı ve fabrikanın işletmesini 40 yıl sonra asıl sahibine yani kooperatifimize devretti. Kısa bir alışma döneminden sonra, 2000’li yıllarla birlikte biz bu fabrikaya yeni bir misyon yükledik ve kooperatifimizin amiral gemisi olan ticari işletmemizi, bir istihsal kooperatifi gelişmiş ülkelerde ne yapıyorsa onları hatta daha fazlasını yapacak şekilde işletmecilikten, üretici ile ilişkilere, yatırım planlamasından, bölge üreticisinin ihtiyaçları ve ürün desenini de dikkate alan yeni faaliyet alanlarına giriş stratejilerine kadar yeni bir rotaya soktuk.
Arkası da çorap söküğü gibi gelmeye başladı. Bugün Konya Şeker’de büyüme otomatik pilota bağlanmış şekilde bir süreklilik gösteriyor. Biz duralım desek üretici ortaklarımız yatırımların durmasına izin vermez. Yani ilk ivme önemli, o ivme kazanıldıktan sonra her şey çok daha kolay oluyor. Çünkü en başta sizin omuz omuza verdiğiniz insanlar, ilk yatırımlara biraz soğuk bakıyor. Altın yumurtlayan tavuğa keselim bölüşelim diyor. Yani yatırıma harcanacak parayı hemen istiyor. Ancak o yatırım tamamlanıp ürün bedeliyle alacağından daha fazlasının cebine girdiğini görünce ya da üretimin her aşamasında kurumun yaptığı destekler artınca ve daha çok ürününü kuruma üstelik de ülkedeki fiyat ortalamalarından daha iyi fiyatla satma imkânına kavuşunca da bir yatırım, bir yatırım daha diyor.
Mesela biz bu sene itibarıyla üretici ortaklarımızın şeker pancarı dışında patatesini, mısırını, arpasını, kanolasını, ayçiçeğini de değerlendiriyoruz. Ancak üretici başka ürünlerine de güvence istiyor. Bize havuç için, domates için, bakliyat için, buğday için yatırım yok mu diye her gün soruyor. Onlar da olacak bugün henüz yaygın ekimi olmayan ürünler de olacak, portföyümüzde süt ve besi de olacak. Kararlıyız ancak aceleci değiliz. Zaten son 13 yılın özeti gittiğimiz ve gideceğimiz adresin de göstergesidir.
Konya Şeker bir kooperatif iştirakidir. Yani Konya Şeker’in ortağı üreticilerdir. Dolayısıyla bizim asli sorumluluğumuz onlara karşıdır. Onların hem bugün hem de gelecekte tarımsal üretimlerini devam ettirebilmeleri ve o üretim faaliyetinden de azami geliri elde etmeleri yani tarla ile bağlarının kopmaması bizim şirketimizin hayat kaynağı, varlık sebebidir.
Biz bir üretici kuruluşuyuz ve bizim değişmez ilkemiz şudur, sürdürülebilir bir üretim, üretimde süreklilik ve daha çok üretim. Temel yaklaşımımız bu olunca da kooperatifçiliği ona göre yorumlayıp, ona uygun icraatlar gerçekleştirdik. Yapılanlarla amaçları örtüştürmeniz bakımından sistemi özetlemek istiyorum. Konya Ovasında şeker pancarı üretiliyor biz de bu pancarı alıp şeker üretiyoruz. Yani hem bizim fabrikamızın çalışabilmesi için şeker pancarı üretiminin devam etmesi gerekiyor. Hem de çiftçimizin kazanabilmesi için Konya Ovasında şeker pancarı ekmeye devam edebilmesi gerekiyor. Bu zaten yapılıyordu diyebilirsiniz. Ancak biz Çumra Şeker Fabrikasını da işletmeye alarak öncelikle tarımsal üretim hacmini ikiye katladık.
Bu yetiyor muydu? Elbette hayır. Bunun bir de birim alandan daha çok ürün alınmasını sağlayacak tedbirlerle ve şeker pancarı içindeki şeker verimliliğini yani polar oranını arttıracak çalışmalarla desteklenmesi gerekiyordu. Biz hem fabrikanın karlılığını arttırabilmek hem de üreticinin dekar başına üretimini ve gelirini arttırabilmek için çiftçimize nitelikli tohum veriyoruz ki pancardan daha çok şeker alabilelim. Bunun için tohum işleme tesisi kuruduk.
Yine hem hammaddeyi garanti altına alabilmek hem de finansman zorlukları nedeniyle çiftçimizin tarımsal faaliyetinin aksamaması için sezonda altı kere ayni ve nakdi avans uygulaması başlattık. Son yıllarda ürünü teslim almadan önce de çiftçinin pancar bedelinin yaklaşık üçte ikisini peşin olarak ödemeye başladık.
Bunlar yetiyor muydu elbette hayır. Verimin artması için çevre şartlarının da üretici lehine değişmesi gerekiyordu. Yani ekosistemin bozulması nedeniyle yaşanan verim düşüşüne de müdahil olmamız gerekiyordu. Bunun için ne yaptık, ağaçlandırma çalışmalarını başlattık. Yani doğal iklimleme ile verim artışına dolaylı ancak katkısı tartışılmaz bir önlem geliştirdik. Konya Ovasına satıh esaslı olarak ve tüm Ovanın ekosistemini bir bütün olarak değiştirecek miktarda ağaç ekmeyi hedefledik. Şimdilik 8,5 milyon ağaçtan fazlasını diktik. Bunların verime olumlu etkisi hissedilmeye başlandı. Bu etki katlanarak artacak. Bir başka etkisi daha oldu biyolojik hayat canlandı ve tarım zararlıları ile biyolojik mücadelede mesafe alınmaya başlandı. Örneğin süne ile mücadelede tarım ilaçları ile yapamadıklarımızı kuşlarla, böceklerle yapmaya başladık.
Yine bir diğer önlemimizi Damla sulama tesislerini devreye sokarak uygulamaya koyduk. Bu sistemi de çiftçimizin kurması için kooperatif finans sitemi içinde teşvik uyguladık. Bundaki amacımızda açıktır, Konya Havzasında azalan su kaynaklarının daha az kullanılmasını sağlayarak üretimin sürdürülebilirliğine katkı sunmak. Çiftçi için hem ürün verimi açısından artı etkisi olan hem de gübre, sulama ve enerji masraflarını düşüren bu sistemlerin üretimine başlamamızdaki bir diğer neden ise piyasa regülâsyonu idi ve bunda da amacımıza ulaştık. Damla Sulama Sistemleri Üretim Tesisimiz devreye girer girmez hammadde fiyatlarında o yıl yaşanan artışa rağmen %50’lik bir fiyat düşüşü sağlandı. Yani üretici açısından damla sulama sisteminin maliyeti düştü, ürün verimi arttı girdi bedeli azaldı. Daha net anlaşılması için şunu söyleyebilirim. Biz Damla Sulama Üretim Tesisimizi 2007 yılında işletmeye aldık. Aradan 5 sene geçti. Damla sulama borularının fiyatı henüz 2007’de yabancı iki firmanın tekelindeki pazar fiyatlarına ulaşmadı.
Tohum, ağaçlandırma, sulama bunların sadece şeker pancarının daha verimli üretilmesi, birim alandan sadece şeker pancarında verim artışının sağlanması için yapılmadığı açıktır. Bunlar tarımsal altyapının tümüne şamil yatırımlardır. Çünkü bizim ortaklarımız aynı tarlaya ancak dört yılda bir şeker pancarı ekebiliyor. Bu çiftçiler şeker pancarı ekmedikleri yıllarda boş yatmıyor. Başka ürünleri üretiyorlar. Bizim onlara yönelik yatırımlarda yapmamız gerekiyordu ve öyle yaptık.
Mesela parmak patates üretimine yani dondurulmuş gıda üretimine girdik. Bunun nedeni münavebeli ürün olan pancarın yerine ekilen ürünlerin de yine bizim şirketimizce değerlendirilmesini sağlayarak tarımsal ürünler için talep garantisi oluşturmak, pazar regülasyonunu sağlayarak üreticinin ürününden daha çok gelir elde etmesini temin etmektir.
Sonuçta biz piyasaya girer girmez sanayilik patatesin fiyatı %35 oranında arttı, buna karşılık dondurulmuş parmak patatesin fiyatı düştü. Üstelik de sözleşmeli tarım yapılan alan genişledi. Şimdi bu tesisimizin kapasitesini iki katına çıkarıyoruz. Yani aldığımız patatesin iki katı daha patates alacağız. Yine bu tesisimiz bünyesinde patates nişastası Fabrikası kuruyoruz. O da tamamlanınca bu sezon aldığımız patatesin 3 katı patates alabileceğiz. Ancak bir farkla, düşük kalibreli patatesler de üreticinin elinde kalmayacak. Çünkü nişasta fabrikası boyuna, şekline bakılmaksızın her cins ve her nitelikte ürünü işleyebiliyor.
Değerli Arkadaşlar;
Türkiye bir tarım ülkesi ancak senede yaklaşık 30.000 ton patates nişastası ithal ediyor. Niçin? Gıda sanayinde ve özellikle de bebek mamalarında kullanmak için. Patates nişastası fabrikası kurma girişimleri ülkemizde daha önce olmuş. Ancak ya fizibl bulunmamış ya da işletilememiş.
Yani öncelik kârlılıkta olmuş. Yani işin matematiği üretici faydasına, insan odaklı yapılanmaya galip gelmiş. Elbette biz de ticari bir müesseseyiz, biz de kârlılığı esas alıyoruz. Ancak bizi diğer işletmelerden ayıran en büyük özelliğimiz işte burada ortaya çıkıyor. Biz üreticinin elinde kalan o düşük kalibreli patatesleri de düşünmek ve çözüm üretmek zorundayız. Yani bu yatırımı yapmak için bize başa baş noktası bile yeterli. Kaldı ki, entegre bir tesis bünyesinde yer alacağı için enerjiden, nakliyeye kadar üretim süreçlerindeki avantajlarımız olacağı için verimli bir işletme olacağını hesaplıyoruz.
Yine bu tesisimize bir üretim bandı daha ekliyoruz ve önümüzdeki yıldan itibaren donuk sebze üretimine de başlayacağız. Yani ilk kurduğumuzda üreticiden sadece patates alan tesis daha kuruluşunun 3 yılında aldığı patatesin 3 katını almaya başlayacak ve buna ilave olarak bölgede üretilebilecek bezelye, ıspanak, brokoli gibi sebzelerin de en büyük alıcısı olacak.
Aranızda Niğde, Nevşehir, ya da İzmir kökenli kardeşlerim vardır. En azından onlar memleketle irtibatları sürüyorsa duymuşlardır. Türkiye’nin en önemli patates üretim merkezlerinden hatta patateste marka bölgelerden Ödemiş’te patatese 8-10 kuruşa bile alıcı çıkmadı. Sadece orada değil aynı şey Nevşehir’de Niğde’de de yaşandı. Sadece bir bölgede yaşanmadı. O da Konya. Çünkü bölge üreticisi açığa ekim yapmak zorunda kalmadı. Daha ekerken fiyat belliydi ve o fiyattan ürününü teslim etti. Biz bir kooperatif işletmesi olmasaydık, sektördeki diğer rakiplerimiz gibi ne üreticinin ne ürünün yüzüne bakar 8-10 kuruşa patates toplayıp kârımızı katlardık. Sektördeki diğer işletmelerin en azından bazıları öyle yaptılar. Bundan sonra da yapacaklar. Ne zamana kadar, pazarda hakimiyet üreticiye geçene kadar.
Geçenlerde gazetelerde bir haber yer aldı, Konya Çiftçisi mısır ve ayçiçeğini keşfetti diyordu. Çünkü son 5 yılda Konya’daki mısır üretimi %400, ayçiçeği üretimi ise son 3 yılda %250 artmıştı. Üretici bu ürünleri tanımıyor muydu? Babadan atadan beri bu ürünler Konya’da ekiliyor. Ziraatını da çiftçi biliyor. Problem, pazarda büyük ve güvenilir alıcı eksikliğiydi. Bu ürünlerde pazar 3-5 tüccarın elindeydi ve üretici açığa ekim yaptığı için hasat sezonunda fiyatlar dip yapıyordu. Onun için ekmiyordu, ekemiyordu üretici. Bilmediğinden değillll....
Çare ne? O ürünün kıymetini bilecek tesis, fiyat dalgalanmalarını önleyecek büyüklükte bir tesis. Biz de çare olarak hem yem fabrikası hem yağ fabrikası kurduk. Onun için üretim katlandı, onun için çiftçi mısır ve ayçiçeğine yöneldi.
3 sene önce Türkiye’nin en büyük yem fabrikasını kurmuştuk, şimdi yeni yatırımla bu fabrikamızın da kapasitesini %50 arttırdık. Allah’a şükür Konya yem bitkileri açısından en şanslı illerimizden biri. Yani arpa, mısır bolca yetişiyor ve o yem bitkilerini harmanlayacak küspemiz de mevcut. Biz bu tesisi kurana kadar mısırın, arpanın fiyatını tüccar belirliyordu ve hasat sezonunda ürünün fiyatı yerlerde sürünüyordu. Şimdi fiyatta belirleyici olan Konya Şeker. Konya Şeker hasat sezonunda her gün yüksek tonajlı alım yaptığı için ürün fiyatı üretici lehine yeni bir denge fiyatına oturdu ve şu kadarını söyliyeyim üretici bu işten %20-25 karlı çıktı.
Biraz önce patates nişastası ithalatını örnek verdim. Tarım ülkesi Türkiye sadece patates nişastası ithal etmiyor, ihtiyacı olan yağın yaklaşık üçte ikisini hamyağ veya yağlı tohum olarak ithal ediyordu. Ülkemizin petrolden sonraki en büyük ithalat kalemi maalesef bir gıda maddesi. Yani tarımsal kökenli bir ürün.
Dünyanın tarımsal üretim için en elverişli coğrafyasına sahibiz, muazzam bir tarımsal üretim potansiyelimiz var. Ancak, ithalat kalemlerimizde üst sıralarda bir tarımsal ürün yer alıyor. Bunu değiştirmek lazım dedik ve harekete geçtik.
Ne yaptık, önce kanoladan, ayçiçeğine kadar Konya iklimine ve arazi şartlarına uygun yağ bitkilerinin tohum denemelerini yaptık. Çaprazlama metoduyla tohum ıslahı gerçekleştirdik. Yani bölge üreticisinin yağlı tohum ektiğinde kazancını teminat altına aldık. Sonra Altınekin kampusunda bir hamyağ fabrikasının yatırımını başlattık. 2011’in Aralık ayında temelini attık, 8-9 ayda tamamladık ve bu hasat sezonunda ayçiçeği ve kanola alımı gerçekleştirerek üretime başladık.
Bu tesisin tamamlanmasıyla biz bir fabrika daha kazanmadık. Bölgenin üretim potansiyeli harekete geçti ve hem bölge çiftçisi hem Türkiye kazandı. 2010 hasat sezonunda Konya’daki ayçiçeği üretimi yaklaşık 60.000 ton civarındaydı. Yağlı tohumlara gelen destekleme pirimiyle 2011 yılında Konya’nın ayçiçeği üretimi yaklaşık 100.000 tona çıktı. Biz 2011 yılında Hamyağ fabrikasının temelini attık ve 2012 hasat sezonunda alıma başlayacağımızı duyurduk. Sonuç, ayçiçeğinde Konya’nın üretimi 175.000 tonu aştı. 2013 sezonunda ise rekoltenin 350.000 tonun üzerinde olması bekleniyor. Bu daha başlangıç, üreticinin ilgisi ve tarlada elde edilen verimdeki başarı bizi daha da cesaretlendirdi ve bu tesisin kapasitesini 5 katına çıkaracak yatırıma start verdik. Kapasite artırımı yatırımımız inşallah 2014 hasat sezonuna yetişecek ve yaklaşık 700 bin ton yağlı tohumu bu tesisimizde işleyebileceğiz. Bunun tarladaki anlamı şu sadece Konya bölgesi yağlı tohum üretimini 4 senede 10 kattan fazla arttıracak. Türkiye için anlamı ise çok daha basit yağlı tohum ve ham yağ ithal kalemlerinde ilk beşten düşecek ve Türkiye bir milyar liranın üzerinde döviz tasarrufu sağlayacak.
Ancak bunlar yetiyor mu? Yetmiyor. Başka işleri de planlamanız ve üreticimizin üretiminiz etkileyen piyasa ve pazarlara yönelik de çalışmanız gerekiyor. Nedir bunlar?
Mesela sıvı şeker. Gıda sanayi biz sıvı şekeri üretmeden önce alternatif tatlandırıcıları kullanıyordu. Bunun bir sebebi vardı. İyi karışım için Toz şekeri eritmeleri gerekiyordu, sanayi için bu ilave maliyet demekti. Biz ne yaptık doğal pancar şekerini sıvı formda üretecek bir tesis kurduk ve sanayinin önüne bu ürünle çıktık. Alternatif tatlandırıcıların sağladığı sanayi avantajlarını sunan üstüne üstlük bir de sağlıklı bir ürün olan sıvı şeker kendi pazarını oluşturdu ve özellikle gazlı içeceklerde dev firmalar tarafından kullanılmaya başlandı. Sonuçta tüketici sağlıklı bir ürüne kavuştu. Ancak en önemlisi biz alternatif tatlandırıcıların elinde olan bir pazarı geri aldık. Yaklaşık 150.000 ton pancar şekeri şimdi daha çok kullanılıyor. Bunun tarımsal üretimdeki karşılığı yaklaşık 1 milyon ton pancar üretimi demektir. Ürün pörtföyünü biraz daha genişlettik ve baklava, tel kadayıf, sütlü tatlılar, kuru tatlılar, reçel üretimi gibi alanlara özel ürünler de üretmeye başladık. İlaç sanayinin kullanımı için standardı yüksek bir ürünü ürettik ve ruhsatlandırdık. Arıcılığı desteklemek için arı şurubu ürettik. Yani kısaca şunu yapıyoruz, hacmi ne olursa olsun pancar şekerinin kullanılacağı her alan için özel ve özellikli ürünler üretiyoruz. Bizim olan veya olması gereken ya da bize aitken piyasanın taleplerine cevap verilemediği için kaybedilmiş her pazarı geri almak için gayret gösteriyoruz, önlem geliştiriyoruz. Çünkü biz bunu yapmazsak, tarımsal üretimi garanti altına alamayız, tarımsal üretim hacmini genişletemeyiz.
Peki bu yatırımlar nasıl yapılıyor? Kaynağı nereden bulduk?
Üreticiden tek kuruş almadan, hatta ürüne faal olduğumuz sektörlerde en iyi fiyatı vererek, hatta ve hatta ürünü teslim almadan ürün bedelinin önemli bir kısmını üreticiye avans ödeyerek son 13 yılda Konya Şeker 1,2 milyar dolarlık fiili yatırım gerçekleştirdi. Tam 28 tane üretim tesisini tamamladı. Tamamını da öz kaynakla gerçekleştirdi.
Biz gömü falan bulmadık, başımıza talih kuşu da konmadı, hiçbir yatırımımızda ne yurt içi ne yurt dışı ortaklığımız var ne de her hangi bir dış finansman modelini kullandık. Sadece son girdiğimiz enerji özelleştirmesinde bir ortaklığımız oldu. Ancak henüz onu devralmadığımız ve süreç devam ettiği için bu yatırımların arasına dahil etmiyorum. Yani tüm tesislerimiz tüketicinin borçsuz harçsız malları.
Burada üç tane formülümüz var; birincisi tasarruf, ikincisi katma değerli mamul ürünlerin üretimiyle oluşan katma değerin sektörde kalmasını sağlayan yatırımlarımız, üçüncüsü tüm işletmelerimizin sıfır atıkla ve yan ürünleri de işleyecek şekilde entegre tesis modeliyle kurulması.
Bizim dört tür yatırımımız vardır. Bunlardan biri ve bizim için en önemlisi üreticiden doğrudan tarımsal ürün alıp işleyen tesislerdir. Hangileri bunlar, mesela Şeker Fabrikalarımız, Yem Fabrikamız, Seydibey Dondurulmuş Parmak Patates Üretim Tesisimiz, Tohum Üretim ve İşleme Tesisimiz, Ham Yağ Fabrikamız ve süt ürünleri ünitesi üretime başlayan, et entegre tesisleri ise yıl sona ermeden üretime başlayacak olan Et-Süt Entegre Gıda Kompleksi gibi doğrudan üreticiden alım yapan üreticiye sözleşmeli üretim yaptıran tesisler.
İkicisi ve bizim işletme verimliliğimiz açısından önemli olan ve yaptıkları üretimle kârlılığımızı arttırarak pancardan, patatese, mısırdan arpaya, kanoladan ayçiçeğine kadar aldığımız ürünler ve bu sene alımına başlayacağımız süt ve besi gibi tarımsal girdiler için üreticimize piyasa şartlarının üzerinde para ödememizi, onlara destek olmamızı sağlayan sıkılaşma yatırımları. Hangileri bunlar; Buharlı Küspe Kurutma Tesisi, Paketli Küspe Üretim Tesisi, Biyoetanol Üretim Tesisi, Sıvı Karbondioksit Üretim ünitesi, Organik Gübre Üretim Tesisi, atık ısı ile ısıttığımız Ultra Klimalı Modern Seralar, Termik Santral, Biyogaz Üretim Tesislerimiz, Doğal Depolarımız. Bu yatırımlar bizim hem kârlılığımızı hem de rekabet gücümüzü arttıran tesislerdir ve biz bu tesisler sayesinde atıkları ve yan ürünleri işleyerek çerden çöpten para kazanıyor, buralardan adeta damlaya damlaya göl olan gelir ile de üreticimize destek olurken yeni yatırımlarımızı da finanse edebiliyoruz.
Bunların ne işe yaradığına dair birkaç örnek vermek istiyorum. Pancarı teslim alan Konya Şeker, önce pancarı işleyip kristal şekeri üretiyor. Ancak bu üretim sonrası Konya Şeker’in pancarla işi bitmiyor. Pancardan şeker ürettikten sonra iki yan ürün çıkıyor biri melas, biri küspe. Melası daha değerli hale getirmek için Biyoetanol tesisinde işliyor ve araçlar için üreticinin bancar benzini dediği biyoetanolü üretiyoruz. Bu süreçte fermantasyon esnasında çıkan karbondioksit gazını da havada yakalayıp sıvı karbondioksite dönüştürüyoruz. Tüm bu süreçten sonra çıkan yan üründen organik gübre üretiyor, kalan yan ürünü de yem üretiminde değerlendiriyoruz.
Şeker üretim prosesi sonrası çıkan bir diğer yan ürünümüz küspenin önemli bir kısmını ülkemiz dışında sadece ABD’de bulunan teknoloji ile Buharlı Küspe Kurutma Tesisimizde kuru küspe üretiminde değerlendiriyoruz. Küspenin değerine değer katan bu işlem sonucu ürettiğimiz kuru küspe ile ülkemiz hayvancılığını desteklerken, bu ürünümüzü Güney Kore’ye bile ihraç ediyoruz. Küspemizin geri kalan kısmını da pereselerde sıkıp Paketli Küspe Tesisimizde ultraviyole ışınları geçirmeyen vakumlu ambalajlarda besicilerin hizmetine sunuyoruz.
Yani fabrikaya giren pancarın bir gramını dahi zayi etmeden sıfır atıkla çalışıyoruz. Bu çerçevede üretim prosesinde kullandığımız sıcak suyu soğutma kulelerinde enerji harcayarak soğutmak yerine kurduğumuz seralarda dolaştırarak hem seralarımızın ısıtılmasını sağlayarak sera ürünleri üretip gelir elde ediyor hem de soğutma için harcayacağımız enerji maliyetinden kurtuluyoruz.
Başka bir örnek doğal depodur. Bazı kardeşlerim ne işe yarıyor diye merak edebilir. Cüz’i bir maliyetle tamamladığımız bu depolarda Seydibey’de işleyeceğimiz patatesleri muhafaza ediyoruz. Yaz kış aynı ısıda olan bu depolar sayesinde sanayi tipi depolarda kullandığımız enerji maliyetlerinden kurtuluyoruz.
Bir başka örnek, termik santral. Bu da merak edilebilir, ne işe yarayacak diye. Bu bizim için son derece önemli, olmazsa olmaz bir yatırım. Termik santrali Çumra’da kurduk. Fabrikaya kadar uzattığımız demiryolunu kullanarak Ilgın’dan getirdiğimiz kömürü yakarak elektrik üretiyoruz. Kullandığımız teknoloji sayesinde sıfır atıkla çalışacak santralda ürettiğimiz elektriği biz Konya’nın dört bir yanındaki sanayi tesislerimize sadece nakil bedeli ödeyerek verebileceğiz. Yani Çumra’da üreteceğimiz elektriği, Konya’daki fabrikamız da, Cihanbeyli’deki Fabrikalarımız da, Altınekin’deki Fabrikamız da, Seydibey’deki tesislerimiz de, Meram’daki Et-Süt Entegre Tesisimiz de kullanabilecek. Burada ürettiğimiz elektriğin bize maliyeti doğal gazla üretilen elektrik maliyetinin yarısından az. Ulusal Şebekeden alacağımız elektriğe göre bize inanılmaz avantaj sağlıyor. Yani Bismillah deyip üretime başladığımız da ilk kârımızı enerji maliyetlerinden yapabiliyoruz. Neticede de biz bu tür kalemlerden yaptığımız kârlar, elde ettiğimiz gelirle üreticimizin ürününe her geçen gün, her geçen yıl daha yüksek bedel ödeme imkânına kavuşuyor, bir yandan üreticilerimize destek olur, onların ürünlerine iyi fiyatlar verebilirken diğer yandan da yeni yatırımlar için kaynak biriktirebiliyoruz.
Üçüncü yatırım türümüz ise üretici lehine piyasa regülasyonu yapmak için gerçekleştirdiğimiz yatırımlardır. Bunlara da Damla Sulama Sistemleri Üretim Tesisimizin üstlendiği işlevden bahsetmiştim, Organik gübrede daha çarpıcı bir tablo ortaya çıktı. Bizim ürettiğimiz biovine üretici, reçete değerleri daha iyi olmasına rağmen piyasadaki diğer ürünlerin beşte biri fiyatla ulaşabildi. Yani çiftçi daha üretime başlamadan kâr etmeye başladı.
Dördüncü yatırım türümüz ise katma değerli ürünlere yönelik yatırımlardır. Hangileri bunlar; Çikolata, şekerli mamuller, sert şeker, şekerleme, Unlu Mamuller, Bisküvi, Kek ve Gofret üretim Tesisleri ile önümüzdeki yıl tamamlanacak Et ve Süt Entegre Tesisleridir.
100’lerce yıldır bu topraklar üretiyor. Ürünü römorka yükleyip satmak, ya da çuvala kasaya doldurup satmak ne kadar bereketli bir yıl geçirilirse geçirilsin üreticinin refahtan pay almasını sağlamıyor.
Ya ne yapacaksınız? O ürünü mutlaka işleyeceksiniz. Rafa gidene kadar sürecin içinde olacaksınız. Olmadınız mı aslan payı hep başkalarına gidiyor.
Mesela Konya Ovası yüzlerce yıldır buğday üretiyor, buğday üreticisinin ben zengin olduğunu görmedim, ancak tüccarın zengin olduğunu gördüm, değirmencinin zengin olduğunu da gördüm, ancak en çok makarnacıların, bisküvicilerin tüccarı, değirmenciyi 5-10 ona katlayacak kadar zengin olduğunu gördüm. Ege’ye has ürünlerde de böyledir, Karadeniz’e has olanlarda da böyledir.
O nedenle biz bir karar verdik ve dedik ki, dünyanın en kaliteli şeker pancarı Konya’da üretiliyor. Pancarı işleyip şeker üretmekle kalmayacağız, şekerin ana girdi olduğu her ürünü de üreteceğiz. Yani şekerden kazanılabilecek paranın tamamına üretimin ilk halkasındaki üreticiyi, pancar üreticisini ortak edeceğiz.
Bizim şekerimizle Karadeniz’in fındığını, Antep’in fıstığını harmanladık ve çikolata ürettik. 41 ülkeye ihraç ediyorduk, son olarak çikolatanın anvatanı İsviçre’ye başladığımız ihracatla bu sayıyı 42’ye çıkardık. Bu daha da artacak. Konya’nın buğdayını bisküvide gofrette kullanmaya başladık. İncirinizi, kuru üzümümüzü bisküvide, kekte kullanmaya başlayacağız. Özetin özeti şudur, biz bir üretici kooperatifi olarak bizim bölgemizde bizim üreticimizin ürettiği hiçbir ürünün tek gramının dahi işlenmeden bölge dışına çıkmasını istemiyoruz ve o hedefe ulaşana kadar da yatırımlarımız aralıksız devam edecek.
Türkiye geçtiğimiz yıl yaklaşık 60 milyar dolarlık tarımsal ürün üretti, bunun da 15 milyar dolarlık kısmını ihraç etti. Bu ihracatın içinde ileri işlenmiş tarım ürünlerinin payı yaklaşık %10’lar civarındaydı. İleri işlenmişe güneşte kurutulmuş meyve sebze, hatta un, elenip yıkanmış, paketlenmiş bakliyat, kabuksuz fındık gibi ürünler dahil değil. Fındığı çikolata da kullanırsanız, unu kek yaparsanız ileri işlenmiş ürün sınıfına dahil oluyor.
Türkiye’nin pek çok yerindeki tarımsal ürünlerin asırlık kaderi bu. Hemen hemen el değmeden yurt dışına çıkıyor, işlenip bize geri geliyor veya büyük tüketici olan ülkelere o duraklara uğrayıp, işlendikten sonra gidiyor.
Bakın size çok çarpıcı bir örnek vereyim; Kalkınma Bakanlığının sektör raporuna göre; Türkiye her yıl yaklaşık 300.000 ton kuru üzüm üretiyor. Bunun da yine yaklaşık 250.000 tonunu ihraç ediyor. Geri kalanını da iç tüketimde kullanıyor. Türkiye 73 milyon nüfusa sahip. 16 milyonluk Hollanda 30.000 tonu bizden olmak üzere yıllık 55-60.000 ton kuru üzüm ithal ediyor. Yani kişi başına hemen hemen 4 kilo düşecek kadar kuru üzüm alıyor. Ben yurt dışında bizdeki gibi avuç avuç üzüm tabak tabak kuru incir yenildiğini görmedim.
Ne yapıyor bu kadar üzümü inciri, gıda sanayinde kullanıyor. İşte o Hollanda kendi topraklarında 20 milyar dolarlık tarımsal hasıla üretiyor ancak gıda sanayinin yıllık üretimi 150.000 milyar doların üstünde ve gıda ürünlerinde net ihracatı da 60 milyar dolarlar seviyesinde.
Geçenlerde gazetede bir haber okudum, bir girişimcimiz, Çin pazarına kuru incirle girmiş ve bir yılda 9 ton kuru incir satışı gerçekleştirmiş. Hedefinin 10 milyon dolarlık ihracat olduğunu haklı bir gururla söylüyor. Bu kardeşimizin başarısını tebrik ediyorum. Ancak marifet o inciri mutlaka başka bir ürünün içine sokmaktır. Yani 9 ton incirin yanında 90 ton buğdayı işleyip satmaktır. 15 milyonluk girdi ile 150 milyonluk ticaret gerçekleştirmektir. Bunu başkaları yapıyor ve ağırlıklı olarak da kooperatif işletmeler vasıtasıyla yapıyor.
Eldeki potansiyel, bizim vatanımızın bize bahşettiği imkânlar açısından eksiğimiz yok. Eksik nerede? Galiba biz bir takım oyunu oynayamıyoruz. Yani Üniversitesiyle, devlet organizasyonuyla, sanayisiyle, kooperatifleriyle, tarladaki üreticisi, tüccarı ile bir takım gibi hareket edemiyoruz. Belki oyunun kurallarında eksikliğimiz var veya rol dağılımında belirsizlikler var. Mesela biz bu eksikliklerden birini daha gidermek için önemli bir adım attık. Hani bir takımın oyun kurucusu eksikse, yani takımın efektif oynamasını sağlayacak 10 numara yoksa takım çok koşup netice alamıyor ve savunmaya mahkûm oluyorsa, bizim sektörümüzdeki durumun da aynen böyle olduğunu düşündük ve 10 numarayı takıma kazandırmak için harekete geçtik.
Sektörün efektif oynamasını ve yaratıcı olmasını sağlamak için bir Tarım ve Gıda Üniversitesi için önemli bir mesafe kat ettik. Ülkemizde 30’un üzerinde ziraat fakültesi mevcut. Üstelik de Türkiye dünyanın en büyük 7. Tarım ekonomisi hedefi de ilk beş. Peki bunun yenilikçi yönü ne durumda? Sektörle bilimi entegre edebilmiş miyiz? Onun cevabı patent enstitüsünün istatatistiklerinde mevcut. Bakın 2012 yılında ülkemizde toplam 13.056 patent ve faydalı model tescili başvurusu yapılmış. Bunlardan 5.907’si ülke içinden, 7.149’u yabancı menşeli. Gıda ürünleri, tarım ve tarım, ormancılık makineleri için yapılan toplam müracaat sayısı 384’ü yerel 188 yabancı olmak üzere 582. Yüzde 5 bile değil.
Daha vahim rakamlarda var. Mesela son yayınladıkları istatistik 2000-2007 arasını kapsıyor. Endüstriyel tasarımda tarım, avcılık ve ormancılıkta sadece 20 başvuru var. Toplam başvuru ise 8.583. imalat alanında yine aynı dönemde toplam 37.138 patent başvurusu yapılmış, yerli gıda imalatı için yapılan başvuru sayısı sadece 384. Yabancıların yaptığı başvuru 396. Yani tarım ülkesi gelecekte dünyanın en önemli gıda tedarikçisi olmaya aday Türkiye gıdada patent üretme konusunda %1’ler seviyesinde. Bu rakamlar şunun göstergesi, biz sektör olarak bilginin, teknolojinin ve yeniliğin üreticisi değil son kullanıcısıyız. Yani limon sıkıldıktan sonra suyunu çıkarmaya çalışıyoruz.
Biz bu bir eksikliktir dedik ve başkalarından beklemek yerine iş başa düştü deyip çare aradık ve 3 yıllık bir çalışmanın sonunda da son aşamaya geldik. En başta ülkemizin kuşbakışı görünümü ortaya koyarken, işgücüne katılımı arttırmamız, rekabetçi yapımızı güçlendirmemiz ve verimlilik problemini çözmemiz gerektiğinden bahsetmiş bu problemin diğer sektörler gibi tarım sektörünün de problemi olduğunu belirtmiştim. Sektörün bunların yanı sıra tarımsal altyapı, ölçek ekonomisi, bilim ile tarım, tarım ile sanayi entegrasyonu gibi problemlerini de sınıflamadan izah etmiştim. Umarım fotoğrafın bütününü tasvir edebilmiş ve bu problemlere çözüm üretmeye gayret eden ve öznesi insan olan, başrolünde insanın olduğu, işin matematiğinden çok insana etkisini bilançolaştıran bizim modelimizi doğru anlatabilmişimdir.
Bu modelin fiyat problemlerini de verimlilik problemlerini de rekabetçi yapıyı da dikkate aldığını en önemlisi de sadece bugünü kurtarmaya değil gelecek tahmin ve beklentileri açısından da cevaplar üretmeye çalıştığını özellikle de her yıl bir öncekinden daha çok insana ulaşmayı hedeflediğini söylemek istiyorum. Bunlardan daha iyileri yapılabilir mi? Ben açık yüreklilikle söyleyeyim, eğer yapılırsa bundan en çok mutluluk duyacak olan bizler olacağız.
Son söz olarak şunu söylemek istiyorum, bizim hinterlandımızda 250 bin hektarlık bir tarım alanı var. 1954’de sadece 10.000 hektar alanda sözleşmeli tarım yaptırabiliyorduk. 2000’li yılların başında bu miktar yaklaşık 20.000 hektara ulaşmıştı. Son 13 yılda yani 2013 yılı itibarıyla bunu yaklaşık 100.000 hektara çıkardık. Her tesis ve her proje şemsiyeyi genişletiyor. Bizim nihai hedeflerimizden biri 250.000 hektarlık alanın tamamını bu şemsiyenin altına dâhil etmektir. Talep garantili ve iktisadi değere sahip, katma değeri yüksek bir üretim zincirini oluşturduğumuzda devlet memurluğu güvencesine sahip bir üretici profilimiz olacak.
Avantajlarımızdan bahsetmiştim, ülke olarak hedeflerimizden bahsetmiştim, meselelerimize de değinmiştim. Biz kendi ölçeğimiz de yakınmıyor çare üretiyoruz. Bunun veya bundan iyilerinin ülke sathına yayıldığını düşünürsek, yani potansiyelden zenginlik üretmeye başlayacağımıza dair umutlarımız yeşerirse, geleceğe daha umutlu bakabileceğimizi ifade etmeliyim.
Bizim umudumuz var ve sektörün geleceğini daha parlak görüyoruz. Umarım sizler de bu salondan daha umutlu ayrılacaksınız ve ülkemizin köylerinde yaşayan milyonların dünyadaki rakipleriyle rekabet edebilmeleri için verdiğiniz desteği ve katkıyı katlayacaksınız. Devlet kademesi ile tarladaki üreticinin duygu birlikteliğine ihtiyaç olduğunu, en önemlisi de buna ihtiyaç duyan bir sektörün ve insanların olduğunu bilmenizi istiyor hepinizi saygı ve hürmetle selamlarken, kendimizi anlatabilmemiz için verdiğiniz imkâna ve ayırdığınız zamana tekraren teşekkür ediyorum.
Ankara'da Kamu Bürokratlarının Katıldığı Toplantıda yaptığı konuşma metni, Nisan 2013