Konuşma Metinleri

Paylaş

Konya Pancar Ekicileri Kooperatifi 62. Mali Genel Kurul Konuşma Metni

Değerli Hemşehrilerim;

62. Genel Kurulumuzun hayırlı olmasını, hayırlara vesile olmasını, sizlerin, ailenizin ve çocuklarınızın daha müreffeh, daha zengin, daha huzurlu yaşaması için gayret gösteren kurumumuzun gücüne güç katmasını, iri ve diri durmamızı sağlayan birliğimizi daha da pekiştirmesini temenni ederek hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hepiniz hoş geldiniz, sefa geldiniz, sefalar getirdiniz.

Bugün bu salonda tekrar bir araya geldiğimiz için sevinçli ve coşkuluyuz, ancak en az coşkumuz kadar hüznümüz de var. Birbirimize kavuştuğumuz için sevinçli, Soma’da kaybettiğimiz kardeşlerimiz için kederliyiz. Yüreğimiz Soma’da kaybettiğimiz kardeşlerimizin acısıyla yanık. Dualarımız onlarla ve onlar için. Allah hepsinden rahmetini esirgemesin. Kederli ailelerine sabırlar ihsan eylesin.

Hepiniz televizyonlardan seyrettiniz, o madende ebediyete uğurladığımız evlatlarımız, kardeşlerimiz bizdendi, bizim içimizdendi. Birçoğu o madene tarlada tapanda ürettiği ile geçinemediği için girmişti. Şehitlerimizin ailelerinin feryatlarında pamuk vardı, pancar vardı, domates vardı, tütün vardı. O kardeşlerimiz tarladan istedikleri için ayrılmadılar, mecbur kaldıkları için, ekmeklerinin peşinde koştukları için ölüme kazma salladılar.

O elim kazadan sonra konuyu bilen bilmeyen herkes madenlerdeki ortamı nasıl düzeltiriz diye ahkâm kesmeye başladı. Birincisi bu geç kalmış konuşmaları keşke kardeşlerimizi kurban vermeden yapabilseydik. Evet, biz madenler konusunda akıl terletmeliyiz, ama yeter mi? Yetmez. Bunları konuşurken, feryatlara yansıyan gerçeğe kimse kulaklarını tıkayamaz, tıkamamalı. Ne diyor Savaştepe’deki eşini kaybetmiş hanım kardeşimiz, ne pancar kaldı, ne domates, ne de tütün ne yapacaklar mecbur yine madene girecekler.

Eğer Türkiye sadece madenleri masaya yatırırsa sonucu konuşur, asıl konuşulması gereken ise bu sonuca götüren sebeplerdir.

Değerli Hemşehrilerim;

Konya için pancar ne ise Manisa için pamuk odur. Tütün odur.

Beyaz altın tabir edilen pamuk tarlasından kopanlar ne yapmış, bilen eden yoktu Soma’daki kazadan sonra öğrendik. Kara altına mecbur kalmışlar.

Tam da pamukla kömürün rengi gibi bir birine zıt işlere mecbur kalmışlar.

Hem de günlük 40 lira yevmiye karşılığında.

432 evladımızın yetim kaldığı bu hadise olmasaydı Türkiye tarladan madene mecburi yolculuktan haberdar bile olmayacaktı.

Kimse yanlış anlamasın, ben burada kimseyi suçlamıyorum. Bakın devlet dünyanın en kaliteli pamuğu olan Ege Pamuğunu nasıl korurum diye akıl terletmiş. Kanunlar tüzükler yönetmelikler çıkarmış. Prim desteği vermiş. Hükümetler de mecliste işini yapmış. Ancak pamukla entegre, üreticinin de içinde olduğu bir sanayi üst yapısını tesis edememişiz. Yani pamuk üreticisi tarlada ürettiği pamuğu bir markanın altına sokmayı başaramamış. Bir giyim markası ile üretimine kalkan oluşturamamış.

Yani kanun tamam, irade de tamam. Ancak sonuç ortada, pamuğu korumuşuz ama pamuğu üreteni koruyamamışız.

Sadece pamuk deyip geçmeyin. Pamuk yoksa çırçır fabrikasındaki işçi de işsizdir. Pamuk yoksa iplik fabrikasındaki işçi de işsizdir.

Ülke olarak biz buradan dersimizi çıkarmak zorundayız. Biz Konya’da bu dersi çok önce çıkardık. Şeker pancarı pamukla aynı kaderi yaşamasın diye bu tesisleri kurduk, bu tesislerin rekabet gücünü arttıracak yan sektör yatırımlarını yaptık.

Ürün nasıl korunur? O ürüne talep varsa, o ürünü değerlendirecek tesis varsa, üretim korunur, üretici tarlada üretmeye devam eder.

Patatesi işleyecek, ayçiçeğine sahip çıkacak, arpayı, mısırı verebileceğiniz, sütünüzü, besi hayvanınızı alacak tesisler olacak ki, tarlalar boş kalmayacak, ahır ağıl üretmeye devam edecek. Biz kimseden medet ummadan kendi göbeğimizi kendimiz kestik ve pancar üretimimizi de, mısır üretimimizi de, arpa üretimimizi de, patates üretimimizi de, ayçiçeği üretimimizi de, süt üretimimizi de, hayvancılığımızı da teminat altına aldık. Teminat altına almakla kalmadık, dün ürettiğimizden daha fazlasını üretmeye, dün üretemediklerimizi de üretmeye başladık.

Ürünü işlemek yeter mi? Yetmez. Asıl iş üreteni korumaktır. Ürün vesiledir. Kooperatif araçtır. Asıl amaç insandır. Üreticidir. Üreticinin üretirken kendisini bir başına hissetmemesidir. Üretirken destekten mahrum kalmamasıdır. Neyle desteklenir üretici? Girdiyle, avansla, ürün fiyatıyla.

Ne yapmış Konya Pancar Ekicileri Kooperatifi laf üreteceğine çare üretmiş. Sulama boruları pahalı diye yakınmak yerine nasıl ucuzlatırız diye akıl terletmiş Panplastı kurmuş. O fabrika kurulduğu için bugün hala yağmurlama borusu 2007 fiyatlarının gerisinde. Hammadde fiyatı 2007’de 1.398 dolarmış bugün 1879 dolar. Hammaddeye 481 dolar zam gelmesine rağmen ürün fiyatı 2007’nin altında kalmış. Bu aradaki fark üreticinin cebinde kalan paradır.

Sulama borusunda yaptığımızı, yemde de yaptık, gübrede de, tohumda da, zirai ilaçta da. Hem piyasanın yükselmesini frenledik hem de kooperatif mağazalarımızdan piyasa fiyatlarının altında satış yaptık. Bir başka şey daha yaptık avans desteğiyle sizin üretmek için finansmana harcadığınız veya harcayacağınız bedeli düşürdük. Mesela, 2013 yılında Konya Şeker, yaklaşık 111 milyon 239 bin lira nakdi avans ödemesi yaptı. Hepiniz biliyorsunuz paranın bir maliyeti var. Bu miktarda bir parayı üretici bankadan kredi olarak kullansaydı bu paraya toplamda ödeyeceği faiz 8,5 milyon liranın üzerinde olacaktı. Yani pancar parasını alıp bankaya borcu kapatmaya gittiğinizde fazladan 8,5 milyon lirayı Konyalı üretici ödeyecekti.

Ceptekini korumak yeter mi? O da yetmez.

Size yine basit bir örnek vereceğim. Türkiye’de Konya Şeker dışında diğer fabrikalarca pancara 2013-14 kampanyasında ton başına ödenen ortalama bedel, polar farkı, temiz pancar, fabrika teslim primleri ve benzerleri dâhil 154 Lira oldu. Konya Şeker’in ton başına ortalama ödemesi ise 187 Lirayı buldu. Konya geçtiğimiz yıl 3 milyon 066 bin ton A Kotası pancar üretti. Bu pancar için Konya Şeker, yaklaşık 573 milyon lira para ödedi. Eğer sizin aynı miktar pancarınız ülke ortalamasından satılsaydı toplamda Konyalının cebine girecek para 472 milyon lira olacaktı. Yani tüm pancar üreticisinin sadece geçtiğimiz kampanya döneminde Türkiye ortalamasına göre fazladan eline geçen para 101 milyon lira civarındadır. Daha başka bir deyişle Türkiye’nin her hangi bir yerindeki üretici aynı miktar pancardan 8.235 lira kazanırken siz 10.000 lira kazandınız. Yani her 10.000 lirada 1.765 lira ilave para girdi Konyalı üreticinin cebine.

Değerli Hemşehrilerim,

2000’li yılların başında bu kurum sizin sadece şeker pancarınızı alabiliyordu. Bugün sizin ürettiğiniz patatesi, ayçiçeğini, kanolayı, mısırı, arpayı, sütü, besiyi de alabiliyor. Faaliyet alanlarını genişlettikçe riskleri dağıtabiliyor. Katma değerli alanlardan kazandığıyla üreticiyi destekleyebiliyor. Afet dönemlerinde, ürünün ciddi zararlar gördüğü dönemlerde çiftçinin zararını göğüslerken tek başına kalmıyor. Çiftçi kuraklıkla boğuşurken, ürün çöl tozları altında kalırken avans desteğini artırarak çiftçiyi yalnız bırakmıyor. Mesela bu sene en son 1990’lı yıllarda görülen Karadrina maalesef bu sene de görüldü. Sadece Konya’da değil
Erzurum’da, Kayseri’de, Niğde’de, Aksaray’da da pancar için dertti.

Karadrina görülür görülmez Kooperatifimiz harekete geçti. İlacını getirtti Karadrina bitti mi? Bitti. Kurt gitti mi? Gitti. Şimdi biz de üstümüze düşeni yapıyor ve üreticiyi bu zor zamanda yine yalnız bırakmıyoruz. Konya Şeker olarak üreticinin Karadrina ile mücadele için harcadığı ilaç bedelini üstleniyoruz. İlaç için pancar üreticilerimizin yaptığı ilaç masrafını karşılıksız olarak Konya Şeker karşılayacak. Konya Şeker, kara günde de çiftçinin yanında. Kara gün dostluğu yeter mi? Yetmez. Konya Şeker çiftçinin her gününü aydınlık yapmak içinde gecesini gündüzüne katıyor. Katma değerli alanlarda kazandıklarını ürüne en iyi fiyatı verebiliyor.

Bakın 2001 yılında bizim size ödediğimiz toplam ürün bedeli 72,6 Milyon $’dı. Rakamı dolar olarak vermemin sebebi kıyaslama imkânı vermesi açısındandır. 2013-2014 kampanya döneminde şeker pancarı için yaptığımız ödeme 300 milyon dolar civarında ve patates, ayçiçeği, arpa, mısır, kanola, süt dâhil edildiğinde bu rakam 397 milyon doların üzerindedir. Burada şunu hatırlatmam lazım, süt tesisinde henüz günlük işlediğimiz süt miktarı 500 ton civarındadır ve bu üretim pazarda biz kendimize yer açtıkça, siz süt üretimini arttırdıkça artacak ve 2.000 tona çıkacak. Bugün bizim günlük süt bedeli ödememiz 600 bin liraya eski parayla 600 milyara yakındır. Bu rakam 4’e katlanacak her gün 2,5 milyon liraya yakın parayı süt bedeli olarak ödeyecek bu kurum. Yani, yıllık ödemesi 850 milyon lirayı aşacak. Kime? Size. Et tesisi yeni devreye girdi oranın üreticiye besi için yapacağı ödeme sütü de katlayacak. İstisnaları dışında hepinizin ahırında az ya da çok birkaç ineği var. Yıllardır da bu işi yapıyorsunuz. Süt fiyatlarının 5-6 ay dalgalanmadan seyrettiği bir dönem oldu mu? Sütte fiyat istikrarını sağlayan işte bu tesistir.

Değerli Hemşehrilerim;

Şair şiirinde bizim gönlümüzdekini bakın ne güzel ifade etmiş.
 
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

 
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
 

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.


Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu isteklerinin altına hepimiz imza atarız. Ancak bizim biz buradakilerin bir isteği daha olur, memleket isteriz tarlalarında bolluk, bereket olsun, memleket isteriz, zenginlik refah köyde, köylerde de olsun.

Refah ve zenginlik köylerde var mı yok mu en iyi siz biliyorsunuz. Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Tarım Bakanlığımız tespiti yapmış, bir önceki yıl bütçe sunuşlarında vardı. Türkiye’de kişi başına milli gelir 10.469 Amerikan Doları iken tarım kesiminde bu rakam 3.602 Amerikan Doları idi. Geçtiğimiz yıl itibarıyla kişi başına milli gelirimiz 10.800 dolarlar seviyesine çıktı. Tarım kesimindeki milli gelir ortalaması ise yine 3.600 dolar seviyesinde.

Tam da Necip Fazıl’ın dediği durum.

Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bizim kimsenin cebindekinde de tabağındakinde de gözümüz yok. Bu ülkenin köyleri haset nedir bilmez. Bu ülkenin köyleri mal, mülk edinene, mal mülk sahibine Allah daha çok versin deme erdemini hala muhafaza ediyor. Bizim derdimiz dokuz kişiye düşen bir pulu dokuza ona çıkarmak. Yani bizim derdimiz başkalarından alınıp çiftçiye verilmesi değil, çiftçinin daha çok üretmesi ve ürettiğinin kıymetinin arttırılması.

Nasıl arttıracağız ürünün kıymetini? Son zerresine kadar işleyeceğiz. Tarladan rafa uzanan sürecin tamamında olacağız. Yani İstanbul Şişli’de bir markettin kasasından geçen bisküvi paketi için ödenen paradan, İzmir Kordon’da yapılan kahvaltıda içilen süt, yenilen sucuklu yumurta için ödenen hesaptan Konyalıya da pay alcağız. Bunu yapmadığımız, yapamadığımız zaman zahmetini köylü çekiyor, rahmetini başkaları kapıyor.

Bizim şeker fabrikası ve sıvı şekerden sonra ilk yatırımlarımızdan biri çikolataydı. Hem bizi üzen hem de sizin aklınızı karıştırmaya çalışanlar oldu. Çiftçinin pasatadan pay almasını engellemek için içerden dışarıdan hücum ettiler. Cambaza bak deyip sizin ayağınıza çelme takmak istediler. Aslında sizden kaçırmak istedikleri neydi biliyor musunuz? Kısaca özetleyeyim.

Türkiye geçtiğimiz yıl yaklaşık 62 milyar dolarlık tarımsal ürün üretti, bunun da 16 milyar dolarlık kısmını ihraç etti. Bu ihracatın içinde ileri işlenmiş tarım ürünlerinin payı yaklaşık %10’lar civarındaydı. İleri işlenmişe güneşte kurutulmuş meyve sebze, hatta un, elenip yıkanmış, paketlenmiş bakliyat, kabuksuz fındık gibi ürünler dâhil değil. Fındığı çikolata da kullanırsanız, unu kek yaparsanız ileri işlenmiş ürün sınıfına dâhil oluyor.

Türkiye’nin pek çok yerindeki tarımsal ürünlerin asırlık kaderi bu. Hemen hemen el değmeden yurt dışına çıkıyor, işlenip bize geri geliyor veya büyük tüketici olan ülkelere o duraklara uğrayıp, işlendikten sonra gidiyor. Bakın size çok çarpıcı bir örnek vereyim;

Dünyadaki toplam fındık ekim alanının yüzde %70’i Türkiye’de. Dünya’da üretilen fındığın da %70’ini Türkiye üretiyor. Türkiye’nin üretimi, var ve yok yılına göre 800 bin ton ile 450 bin ton arasında değişiyor. Türkiye’den sonra en büyük üretici İtalya, o İtalya’nın dünya üretimindeki payı %12 ve Türkiye’nin yaklaşık %10’u-12’si civarında üretim gerçekleştiriyor. Fındığın diğer üreticileri ABD, Azerbaycan, Gürcistan, İspanya’nın dünya üretimindeki payı %2 ile 4 arasında değişiyor. Rakamlarda görünmeyen bir diğer ancak önemli husus Türk fındığının kalitesidir. Özellikle çikolata üretiminde verimi ve kaliteyi zıplatan özellikleridir. Bu özellikler başka üretim sahalarında yok.

Türkiye ne yapıyor ürettiği fındığın yaklaşık 100 bin tonunu çerezlik, yağlık ve gıda sanayinde kendisi tüketiyor, edebildiği kadarını da ihraç ediyor. Türkiye’nin ihracatı yılbaşına yaklaşık 250 bin ton iç fındık karşılığı 500 bin ton kabuklu fındıktır. Yani tükettiğinin 5 katını ihraç ediyor. Peki, bu ihracattan Türkiye’nin geliri ne? Dünyadaki arz dengesine göre değişiyor. Mesela, Türkiye 2009 yılında 245 bin ton iç fındık ihraç etmiş bunun karşılığında, 1,18 milyar dolar döviz geliri elde etmiş. 2010’da 213 bin tona karşılık 1,34 milyar dolar, 2011’de 281 bin tona karşılık 1,78 milyar dolar, 2012’de ise 230 bin tona karşılık 1,88 milyar dolar ihracat geliri elde etmiş. Türkiye’den fındık ithal eden ilk 3 ülke Almanya, İtalya ve Fransa. Bu ülkeler Türkiye’nin toplam fındık ihracatında  %60’tan fazla paya sahip. Almanya ile İtalya’nın Türkiye’den ithal ettikleri fındık karşılığı ödediği döviz yaklaşık aynı ve 350 milyon dolar civarında. Şimdi sıkı durun.
Dünyanın en çok fındık kreması satan markası 1940’larda ikinci cihan harbinin mağlupları arasında yer alan bir ülkede yerel bir pastaneden ibaretti. Cihan harbinin bitmesiyle ilk tesislerini şekerleme üretmek için kurmuşlar.  Sonra vites yükseltmişler. Fındık kremasına başlamışlar. Şirketin Amiral gemisi çikolatalı fındık kreması. Ürünün bileşimi basit. Kakao, kakao yağı, fındık ve şeker. şekeri o ülkede üretiyor, fındığı ne bizim kadar ne de bizim fındığımız kalitesinde üretemiyorlar, bizden büyük miktarlarda ithal ediyorlar. Kakao var mı? Yok. Fındığı Türkiye’den Kakao’yu Afrika’dan, Güney Amerika’dan getiriyorlar. Kendi ürettikleri fındığın yani hadi diyelim 100 bin ton kabuklu fındığın piyasa değeri nedir? 250-300 milyon dolar. İthal ettikleriyle birlikte 600 milyon dolar olsun. O şirket başka ne üretiyor. Bildiğiniz yumurta şeklindeki çikolatadan yapılmış sürpriz yumurta üretiyor, çocuklara hitap eden süt dilimi ve bir kaplamalı çikolata çeşidi ile geleneksel ürünleri olan sargılı şeker üretiyor. Başka ürünleri de markaları da yok. Toplamda yaklaşık 22.000 kişiye istihdam sağlıyorlar. Ciroları sizce ne kadardır. Asıl işleri kakaolu fındık kreması. Dünyadaki ticarete konu fındık cirosu, zorlasanız 3 milyar doları bulmuyor. Amiral gemisi çikolatalı fındık kreması olan Şirketin cirosu 7,218 milyar €. Yani 9,76 milyar dolar. Bizim fındık ticaretimizin ulaştığı en yüksek rakamın 5 katından fazla.
Şimdi bize çikolatayla işiniz ne diyenlere ben ne cevap vereyim. Ya da niye cevap vereyim. O pazardan pay istiyorum. Açık açık söylememe gerek var mı? Türkiye fındığın ana üreticisi, şekerde de problemimiz yok. Dünyanın en kaliteli şekeri Konyalının pancarından üretiliyor. Kakao zaten her tarafa aynı yerden geliyor. Ben bir üretici kuruluşu olarak niye o alandan geri duracağım? Durmam. Duramam. Ben o pazardan pancar üreticisi için pay istiyorum ve alacağım. Almaya da başladık.

Fındık kreması için birincisi belli, ikincisi olmayan pazar diyorlardı, biz pazara mehter marşıyla girdik, o tartışılmaz birinciyle yarışmaya başladık. Çikolatalı gofrette Konyalının ürünü bir numara olur dedik. Markasını No 1 yaptık. Satışlarda da bir numaraya oturduk. Bakın bu rakamlar İstanbul Migros Marketlerinin kasa çıktısı. Bir günde sizin No 1’iniz 4.716 adet satılmış, hani o yıllardır tek tabanca olan gofret ise sadece 4.233 adet satılmış.

Bu rakamlar bizim için hem cesaret kaynağıdır hem de sevindiricidir. Ancak bundan sonra yeni bir dönem başlıyor, ne işiniz var dediler yıldıramadılar, yapamazsınız dediler yolumuzdan döndüremediler, olmadık tezviratlar uydurdular yıkamadılar. Şimdi yeni yollara tevessül edecekler. Ediyorlar da. Yeni kumpaslar deneyecekler. Deniyorlar da.

Biz hepsine hazırlıklıyız, siz de hazırlıklı olun. Biz geri adım atmayacağız, siz de iri ve diri durmaya devam edin. Siz iri ve diri duracaksınız ki asıl paranın kazanıldığı pazarlarda kendimize daha çok yer açabilelim. Siz iri ve diri duracaksınız ki, marketlerde harcanan paradan pancar tarlasına, koyun ağılına, inek ahırına daha çok pay alabilelim. Sizden kaçırmak istedikleri ne ben size söyliyeyim. Mesela Türkiye’nin toplam pancar şekeri sektörünün büyüklüğü 4-4,5 milyar lira. Bunun sadece bir kısmını girdi olarak kullanan çikolata, şekerleme, bisküvi, kek ve pastacılık ürünlerinden oluşan pazarın büyüklüğü ise 15 milyar lira civarında. Yani ana girdi şeker ama şekerin ilk üretim halkasında olanlar paranın kazanıldığı alanda olmasın diyorlar. Yok, öyle yağma.

Sizi o masaya yakıştıramıyorlar. Bir çiftçi kuruluşunun o büyük pazarda olmasını, o pazardan pay almasını hazmedemiyorlar. Smokinlilerin oturduğu masada kasketlilerin, yeleklilerin olmasına pastaya el uzatmasına katlanamıyorlar. Biz kendimize o pazarda birilerinin ayaklarına basa basa yer açtık, o yeri daha da büyüteceğiz. Başka masalarda da kendimize yer açacağız. Onlar varsın bunlar köylüdür biraz daha büyüsün hele bakarız, nasıl olsa avlarız diye düşünsün.

1200’lü yıllarda yaşamış İslam âlimi Şeyh Sadi’nin çok güzel bir lafı var. Diyor ki, Şeyh Sadi “her ormanı boş sanma, belki de kuytuluklarında bir kaplan uyuyordur.” Anadolu’nun kuytuluklarındaki o kaplan biziz ve uyanığız.

Bizi köylü görüp oralara yakıştıramayanlara ve av için bekleyenlere biz sözüm daha var.

Temel şehirli arkadaşlarıyla birlikte ava çıkmış.

Temel tecrübeli avcı, diğerleri acemi.

Vurmuşlar kendilerini kırlara, dağlara. Temel arazide küçük bir oyuğun önünde durmuş.
Bu demiş tavşan yuvası. Şurada sessizce sipere yatalım,  tavşan nasıl olsa yuvasından çıkar. Çıkar çıkmaz da avlarız demiş. Elleri tetikte bir saat iki saat beklemişler, tavşan yuvadan çıkar çıkmaz basmışlar tetiğe tavşan düşmüş yere.

Başka av için kendilerini vurmuşlar yola. Bu sefer biraz daha büyük bir oyuk. Temel Bakın bu da tilki yuvası demiş. Yine aynı taktikle yuvanın önünde siper almışlar. Birkaç saat sonra tilki yuvadan çıkmış basmışlar tetiğe, tilkiyi de avlamışlar.

Yine, yeni av için düşmüşler yola. Hava karardığında kocaman devasa bir oyuk görmüşler. Temel sağına bakmış, soluna bakmış, içeriye göz atmış, dönmüş arkadaşlarına ben de ilk defa böyle büyük bir yuva görüyorum demiş. Ne yuvasıdır, burada ne yaşar anlamadım ama baya büyük bir av denk getirdik demiş. Biz sipere yatalım, nişan alıp bekleyelim, nasıl olsa avladığımız da ne olduğunu anlarız demiş.

Bir gün sonra gazetelerde haber; Temel ve üç arkadaşı tünel çıkışında tren altında ezildi.

Çiftçiyi av olarak gözüne kestirenlere duyurulur. Siz av bekleye durun katar geliyor, katar.

Genel Kurulumuzun hayırlı olmasını, hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, Yüce Allah (C.C)’ın yar ve yardımcınız olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.